Hasan Akçap

Hayatı paylaşmak için

Hasan Akçap

Parmağımızın ucuna bir diken batsa canımız yanar değil mi? Ağrıdan zonkladıkça her işimizi bırakır o dikeni çıkarmaya, bir an evvel ağrısından kurtulmaya çalışırız. Peki o parmağımızın kesildiğini, koptuğunu farz edelim bir de, ne kadar çok acı çekeriz, hayatımız kabus olur adeta. Ya o parmak çocuğumuzun parmağıysa. Allah korusun. Dünyada hiçbir şeyle kıyaslayamayacağımız yavrumuz, biricik evladımız. Para, pul, mal, mülk hiçbir şeyle kıyaslanamaz onların sağlığı. Allah hiç kimseye evlat acısı vermesin, hiç kimseyi evladıyla imtihan etmesin. Evet, sağlık kadar büyük bir zenginlik yok şu kısa dünya hayatında. Kendi canımızı uğruna feda edeceğimiz evlatlarımızın sağlığı dünyanın en büyük zenginliğidir.

Oysa hayatın akışı içinde mutluluğumuzu bozan ne çok şeye takılırız. Daha fazlasını kazanma hırsı, başkalarından geri kalmama mücadelesi, eşya-giyim-kuşam takıntıları, makam-mevki hırsı, peşinden koştuğumuz arzularımız, ihtiraslarımız. Sahip olduğumuz zenginliğin farkında olmadan sahip olamadıklarımız için çırpınışlarımız. Silkelenip kendimize geldiğimizde ne kadar boş şeyler için dertlendiğimizi görürüz. Ellerimiz, ayaklarımız, parmaklarımız, gözlerimiz, tüm uzuvlarımız... Düşünme yeteneğimiz, hafızamız, dengemiz... Bize bahşedilen en büyük zenginlikler. Bunlardan herhangi birini kaybetmemiz tarifi güç buhranlara, bunalımlara ve bitmek bilmeyen güçlüklere iter insanı. Ama sahip olduğumuz değerlerin önemini ancak kaybettiğimizde anlıyoruz değil mi? Ve her gün, her an bu ihtimalle yaşıyoruz. Bir kaza, bir afet, bir ihmal sahip olduğumuz en büyük zenginliğimizi, "sağlımızı" kaybetmemize sebep olabilir.

Empati yapma yeteneği çok zayıf bir toplumuz. Ancak başımıza geldiğinde farkına varabiliyoruz. Daha kendi sağlığımızın, fiziksel ve zihinsel değerlerimizin farkında değilken başkalarının sağlık sorunlarını, bedensel sakatlıklarını nasıl görebilir, nasıl fark edebiliriz ki? Onların yaşadıkları zorlukları, duygusal sorunları, hayatta karşılaştıkları güçlükleri nasıl anlayabiliriz?

Doğar doğmaz fiziksel veya zihinsel rahatsızlıklarla doğan bebekleri düşündünüz mü hiç? Hayata bir sıfır yenik başlayan o bebekler. Büyüdükçe yaşadıkları güçlükler de onlarla birlikte büyür. Kimisi dünyanın renklerini, ışıklarını göremez. Kimisi annesinin tatlı sesini duyamaz. Kimisi rengarenk oyuncağını tutamaz, kimisi yürüyemez, arkadaşları gibi özgürce koşamaz. Kimisi de sosyal iletişim kuramaz, arkadaş edinemez, konuşamaz.

Toplumumuzun yaklaşık yüzde yedisi doğuştan veya sonradan edindikleri fiziksel veya zihinsel engellerle mücadele ediyor. Biz ise onlarla birlikte yaşıyoruz. Bazılarımızın evinde, bazılarımızın akrabalarında bazılarımızın eş, dost veya yakın çevresinde var. Bazılarımız trafikte, bazılarımız çarşıda pazarda, okulda, işyerinde rastlarız onlara. Bazılarımız farkına varır onlar için bir şeyler yapmaya çalışır, bazılarımız ise başımızı başka tarafa çevirir geçip gideriz.

İnanın hiç de zor değil biliyor musunuz? Sahip olduğumuz fiziksel ve zihinsel değerlerimizin farkına varıp şükretmekle başlar hayat. Sonra bu zenginliklerden mahrum olanları düşünmekle devam eder. Sonrası ise çok kolay, paylaşmak. Evet paylaşmak. Hayatı paylaşmak. Hayatta bizden farklı olanların farkına varmak ve sağlık nedenlerinden dolayı güçlük yaşayan insanları hayata daha fazla kazandırmak için adım atmak. İşte bu kadar kolay, bu kadar basit. Hayatı paylaştıkça yüreğimizdeki ışık daha çok parlayacak ve bu ışıkla daha fazla insanı aydınlattığımızın farkına varacağız.

Fiziksel ve zihinsel rahatsızlıklarından dolayı yaşamını devam ettirme konusunda büyük güçlükler ve sorunlarla yaşayan insanlara destek olmak varken onları hayattan uzaklaştırmaya çalışmak, toplumdan izole etmek, tecrit etmek ne mümkün! İnsanlık onuruna aykırı bu tür tutumların erdem sahibi kişilerce sergilenmesi söz konusu bile olamaz.

Diğer yandan toplumsal adaletin olmazsa olmazı pozitif ayrımcılık kavramına bakalım. Hasta, yaşlı, hamile ve zaaf sahibi insanlara yardım ve destek sağlamak pozitif ayrımcılık kavramının yani toplumsal adaletin olmazsa olmazıdır. Özel gereksinimli bireyleri baş tacı yapmak, onlara toplumun her alanında en konforlu, en ferah, en özel mekanları sağlamak, onlara öncelik tanımak ve en önemlisi hayatı onlarla paylaşmak hepimiz için insani ve vicdani bir görevdir. Üstelik bu görev sadece 3 Aralık günü değil hayatın her günü üstlenilmesi gereken bir görevdir. Öyleyse HAYATI PAYLAŞMAK İÇİN haydi bir adım atalım.

Yazarın Diğer Yazıları