Nükleer Krizler Furyası
Yusuf Kazak
Birkaç gün önce Ukrayna’daki Zaporijya nükleer tesislerinin destek ünitelerinin Rus insansız hava araçlarıyla vurulması, son dönemde nükleer içerikli krizler furyasına bir yenisini daha eklemiştir. Uzun zamandır süren Ukrayna-Rusya savaşı bağlamında Batı ve Rus bloğu tarafından sarf edilen karşılıklı nükleer tehditler ortadayken; kısa bir süre önce vuku bulan İsrail-İran ve Hindistan-Pakistan çatışmaları da küresel sistemi ‘ciddi’ bir nükleer yük altına sokmuş görünmektedir. Öte taraftan, kısa bir süre önce Rusya’nın Kamçatka Yarımadasında gerçekleşen ve Pasifik bölgesini etkileyen deprem, Japonya’daki Fukuşima nükleer santralinin tahliye edilmesine sebep olması bakımından, artık nükleer hayaletlerin hem doğal hem de yapay boyutlarıyla kürede daha fazla seyrüsefer gerçekleştirdiği şeklinde yorumlanabilir.
Soğuk Savaş döneminden itibaren başlayan ve bugüne değin inişli çıkışlı bir seyir izleyen nükleer silahlanma ve nükleer tesisleşme olgusu, son dönemde artan birtakım bölgesel ve küresel çatışmalarla kürenin güvenliğini daha tehdit eden bir konuma evrilmiş görünmektedir. Dünyada, halihazırda 9 ülkenin nükleer başlıklara sahip olduğu bilinmektedir. Bunlar; Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere, Pakistan, Hindistan, İsrail ve Kuzey Kore’dir.
Son dönemde vuku bulan küresel anlaşmazlıklara ve bunların tesir ettiği çatışma alanlarına bakılacak olursa, bunların birçoğunun nükleer silahlara sahip olan devletlerin direkt veya doğrudan müdahil olduğu veya etkilendiği bölgeler olduğu gözlemlenebilir. Geçtiğimiz mayıs ayında Hindistan ile Pakistan arasında gerçekleşen kısa süreli çatışmalar, bu iki nükleer gücün hem Asya’yı hem de tüm küreyi bir dehşet dalgasına sokma potansiyeli bakımından majör sonuçlar oluşturabilecek bir krizdi. Öte yandan, haziran ayında vuku bulan İsrail-İran çatışması da tüm Orta Doğu’yu ve dolayısıyla kürenin hassas ekonomik, askeri ve siyasal dengelerini altüst etme potansiyellerini fazlasıyla barındırmaktaydı. Süreç içerisinde ABD’nin müdahalesi ile zirve yapan ve sonrasında aşağı doğru bir ivme gösteren bu çatışma; nükleer silah ajandalarını gizli tutan iki devletin bilek güreşi şeklinde ifade edilebilir.
Öte taraftan, uzun zamandır devam eden Ukrayna-Rusya çatışması da halihazırda nükleer silahların daha çok konuşulmaya başlandığı bir atmosfere girmiştir. Dünya çapında en fazla nükleer savaş başlığına sahip olan Rusya’nın karşısında kümelenmiş Batı bloğunun da epey miktarda nükleer savaş başlığına sahip olduğu düşünülürse, bu hattın gelecek günler bakımından bazı nükleer krizler oluşturma ihtimaline haiz olduğu söylenebilir. Bu yönüyle, Avrupa’nın her boyuttan direkt etkileneceği bir netice ortaya çıkabilir.
Bir diğer bakımdan, ara ara yaşanan doğal afetler ve insan eliyle gerçekleşebilen kazalar da kürenin nükleer güvenlik algoritmalarını zora sokmaktadır. 1986’da yaşanan Çernobil faciasının izleri hala tazeyken; son dönemde yaşanan bazı afetler de nükleer tesislerin ve dolayısıyla insanlığın güvenliğini tehlikeye sokmaktadır. Bu çerçevede, 2011 yılında Japonya’da gerçekleşen depremde, Fukuşima nükleer santralinde yaşanan sızıntı sonrası meydana gelen nükleer felaket, son dönemdeki en çarpıcı nükleer krizlerden biri olarak değerlendirilebilir. Son olarak, geçtiğimiz günlerde Rusya’nın Kamçatka Yarımadasında yaşanan deprem sonrası tüm Pasifik kıyılarının etkilenmesiyle Fukuşima nükleer santralinin de tahliye edilmesi, hem yapay hem de doğal boyutlarıyla küremizin nükleer güvenliğinin her geçen gün daha da riske girdiğine işaret etmektedir.