Yunus Türkoğlu

Yol

Yunus Türkoğlu

Sevginin toprağında büyür insan. Yollar tarafından istikamet bulur, yollar tarafından terbiye edilir. İncelen, daralan, uzayan, kesişen, ayrılan ve sarpa saran yollar. Dünyaya göz açtığımızda başlar yollar. Sıcak yuvadan ayrılıp hayata atıldığı andan itibaren yoldadır insan. Sonsuz değildir adımlar. Yollar en dar kıvrımlarda, en dik yokuşlarda bile bir sona yarenlik eder. Yolları aşa aşa büyür insan ve öldüğünde yolun bitmediğini anlar. 

Yol sabah ezanıyla hüzünlü bir nağme, akşam ezanıyla sükûnet bulandır. Yol bir sonbahar sabahında dökülen sarı yapraklardadır, bir düğün alayındadır, yol bazen alengirli kelimelerde, yalnızlığı sokağa taşmış sağlı sollu dizilen kerpiç evlerin önünde uzayıp giden, bazen bir hengâmeyle biçilen ekinlerde... Velhasıl; yol takdir edilen ömürdür, yol haber vermeden gidenin haberidir belki de, yol karadır, havadır, denizdir, yol çocukluk, gençlik ve yaşlılıktır. Yol, hakikatin peşinden Akdeniz’de Gazze’ye insani yardım götüren bir geminin rotasındadır…

Yol bazen kiraz ağaçlarıyla dolu Suvaroğlu Mahallesi’ndeki Hızıroğluların büyük ve mutlu bahçelerine çıkar. Bahçenin kenarında beton arktan kuvvetli bir şekilde akan suyun sesi insanların konuşmalarına karışır giderdi.  Ağaçların altlarında kimisi dolu, kimisi dolmayı bekleyen sepetler serpilmiştir. Bahçeyi bir uçtan diğer uca elleri arkasında gezen evin hanımı Zülhicce Hanım mağrurdur. Evin genç kızı Güldane, papatyalardan taç, kirazlardan küpe yapıp Leman, Birsen ve Çiğdem’in başına takar ve kulaklarına asardı. Herkes halinden memnun ve mutludur. Sarısı, alı, moruyla çeşitli kirazlar toplanır, ikindi sonuna kadar işler biter, semaver yakılır kıtlama çaylar keyifle yudumlanırdı. Akşama yakın Vangölü üzerine kaymış güneşin kızıllığında bu büyük ve uzun uzadıya devam eden bereketli bahçeye veda edilirdi…

Yolların, araçların, insanların az, ağaçların çok olduğu, sözlerin kısa suskunlukların uzun olduğu, insan olmanın kıymetinin iç huzuruyla idrak edildiği vakitlerde, dostluklar, düşmanlıklar gerçek, özlemler gerçek ve insan gerçekti. Ya şimdi, ne oldu bize yolumuzu mu şaşırdık?

Bir akşam vakti hafif bir rüzgâr eser, ekşi elmanın yaprakları sallanır serçeler uçar. Nane kokuları reyhana karışır, leylak kokuları insanı mest eder. Gecenin karanlığında lap diye bir elma kanal suyunun içine düşer ve sessizliği bozar. Okul bahçesindeki çeşme başında oturan Halil, Şakir, İsmail, Yunus ve Murat koyu sohbete devam eder. Yol bu işte bazen Şerefiye Mahallesi’ne düşer. Yol bazen serin bir yaz gecesine uğrar, etraf sessiz ve sakindir kesik kesik öten bir baykuşun sesinden başka ses işitilmez. Bazen ıslak bir sonbahar sabahına uyanır, bir hızlanan bir yavaşlayan yağmurun bereketi her tarafı sarıp sarmalar...

Hava puslu ve serindir yağmur yağdı yağacak. Montunun yakasının boynuna kadar çekmiş bir adam Terzioğlu Sokak’tan yürürken adımlarını daha da sıklaştırarak söğüt ağacını geçip yolun kenarındaki geniş avlulu kerpiç eve girer. Az bir vakit geçince evin bacasından dumanlar tüter puslu gökyüzüne doğru. Evin sobası yanmaya başlamıştır. Üstünde çay ve tarçın demliği tıngırdamaya başlamıştır. Fırına atılan patatesler, ısıtılan ekmekler… Gök gürülder sonrasında yağmur yağmaya başlar. Bu ev gibi diğer evlerde içine kapanır. Sofralar, sohbetler, gülücükler içeride kalır. Kapılar, pencereler açılmaz. Evde hayat olduğunu gösteren tek şey tüten bacalardır. 

Yolun başındaki söğüt ağacı da yağmurdan nasibini almış, çoktan havasını bulmuş yaprakları tozdan, dumandan temizlenmiştir. Artık güz mevsimi gelmiştir, meyve dolu yaz akşamlarından, gökyüzüne merdiven kuran tahta salıncaklardan, avluda yapılan sabah kahvaltılarından ve çocukların bisiklete binme vaktinin bittiğini haber vermiştir. Havaya karışan sırlı toprak kokusu ve geriye kalan asfalt yola düşen yağmur tanelerinin yeniden hayata merhaba deyişindedir…

Selam ve dua ile…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları