Yunus Türkoğlu

Kasımpatı mevsimi

Yunus Türkoğlu

Şimdi bir yaylaya çıkmış bulsak kendimizi, yağan yağmurlarla debisi yükselmiş gürül gürül akan derelerin serinliğini hissetsek. Yol kenarlarında rengârenk açan yabani çiçeklerle selamlaşsak. Alev rengine dönmüş ağaçların yapraklarını rüzgâr tarasa son kez. İsmini bilmediğimiz nice kuşlar ötse ve silse kulağımızdaki pası. Birileri farkında olmasa da artık vakti geliyor kıymeti bilinmese de renginden, güzelliğinden bir şey kaybetmeyen kasımpatıların goncaları oluştu, “eli kulağında” bir aya varmaz açmaya, yani patlamaya başlarlar. Her ne kadar kasım ayı olarak bilsek de açmasını, ekim sonu gibi başlar kendini göstermeye, kasımda ise güzelliğiyle büyüler herkesi. Bu mevsimde en sevdiğim kasımpatıların renk renk açmasıdır. “Her sabah bir çiçeği aklında tut, bir tebessüm gezdir ruhunda, dünya kötülere bırakılmayacak kadar güzel ve sen içindeki dünyayla güzelsin.” diyor Kemal Sayar.

Nasılda umut veriyor yağan yağmurlar insanın benliğine. Yağdıkça yıkıyor her tarafı. Ölüp tekrar dirilmenin bir tezahürü yaşanıyor gönlümüzde. Bu öyle güzel bir mevsim ki, hava, bulut, su ve toprağın ahengini seriyor gözler önüne. Bunu şehirdeki beton yığınları içinden sıyrılıp tabiata kaçabilenler daha net görebiliyor. Mevsimlerde insan ömrü gibi kısalıyor ve peş peşe gelip gelip gidiyorlar. Eskilerde sonbahar soğuk olur, kar yağar kıştan rol çalardı. Şimdi bilmem ne oldu, mevsimlerinde tadı tuzu kaçtı sanki. Fakat sonbahar bir başkadır mevsimler içinde en renkli ve en sert olanlardandır.

Annem, kış hazırlıkları yaparken “kış kapıda” derdi. Çocukluk işte bakardık kapıda kışı göremezdik. Bu sonbahardan kendimize bir pay alsak ne olur? Evet, kış kapıda, yağmurlar yağıyor her tarafı yıkıyor, sonra kış gelince yağan karlar kefen gibi saracak tabiatı ve uyku ve ölüm, adına ne derseniz deyin. Ve nisan mayıs ayları gelince tekrardan uyanacak. O zaman kimimiz varız, kimimiz yokuz!..

Sessiz sedasız gelen mevsimler habersiz çalıyor kapımızı. Sonbahar tazeliktir, temizliktir, yeniliktir kim ne derse desin!  Öylesine alışmışız ki gözümüzün önündeki mucizeyi göremiyoruz çoğu zaman. Güz geliyor her yerde şenlik var. Ayvalar, bal kabakları kapacaklar köşe başlarını, kasımpatılar başımızı döndürecek. Çatak’tan gelen cevizler Eski Buğday Pazarı’nda çuvallar dolusu, Siirt’in zivzik narı, birde Sıhke kavunun o mis kokusu…

Hala sizi içine alamadıysa bu mevsim; yağmur yağarken oturun bir kaldırım kenarına çıkarın ayakkabıları, sıyırın çorabı uzatın ayaklarınızı şırıldayarak akan yağmur suyunun içine, varsın size deli desinler. Bir bir dökülen sarı yapraklara bak, çatlayan toprak damlara toz dökenlere, dağlara, bulutlara ve fotoğraf makinesini alıp tabiata koşanların heyecanına bak. Havalar soğuyor kış geliyor sonra aç susuz, açıkta kalan çocuklarını korumak için çırpınan Filistin’li bir annenin dramını düşün...

Kaldır başını gökyüzüne doğru bulutlara bak. “Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir.” der Cahit Zarifoğlu. Aylardır beklediğimiz bulutlar sökün eyledi nihayet. İçimdeki yaşama umudu yeniden yeşerdi! Elhamdülillah... Beton kafeslerde yaşamak insanları, özelliklede çocukları yabancılaştırdı gökyüzüne. Bu sonbahar diğerlerine benzemese de kulağımıza fısıldayacak bir hikâyesi mutlaka vardır. Görmek için gözlerimizi kapatalım, duymak eylemini ise kalbimize bırakalım. Soğuklar toprağa düşerken bir bir yapraklar dökülürken sevda tohumları solmasın gönlümüzde… İçimizdeki sonbaharımız sonbahar olsun, iyilik tohumlarını atalım toprağa, ne dersiniz?

Sonbahar, güz, hazan ve bende kasımpatı mevsimi diyorum bu aya…

Selam ve selametle…

Yazarın Diğer Yazıları