İstiyorum
Yunus Türkoğlu
Yunus Türkoğlu
Bir zamanlar Van merkezdeki;
Akan suları, envai çeşit meyve ağaçlarını, mis kokan çiçekleri, bülbüllerin şakımasını, ibibiklerin ürkekliğini, gül, leylak, papatya, zambak ve sevda kokulu hatıralar demetini istiyorum…
Remziye teyzenin bahçesindeki armutları aşırırken beyi Hacı Abdullah Kubilay gelince hemen sıvışmayı, arkın önünü tutup suya dalmayı, bir bahçede aynı anda dört-beş semaver yakmayı, sacın üstünde yeşil iğdeleri kavurmayı, okula giderken cebe kavurga ile çedene doldurmayı istiyorum…
Söğüt ağaçlarının gölgesinde oturup hayal kurmayı, girdebille odun kesmeyi, ilkbahar gelince kavak ağaçlarını budamayı, yemyeşil bir tarlada sırt üstü uzanıp gökyüzünü seyretmeyi istiyorum!
Ay şavkını akan suların üzerine vurunca; “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar” gibi tabiatla baş başa kalıp tefekküre dalmayı, ateşböceklerinin suyun içersinden göz kırpmalarını, su sesinin huzuru, bülbül zikirleri ve kekik kokuları arasında bahçemizi sulamak istiyorum…
Akköprü Mahallesi’nin kanal sularını, Haraba Mahalle’nin göz alabildiğine uzanan çevirmelerini, meralarını, Şamranaltı’nın elmalarını, Şerefiye Mahallesi’nin kerhiz sularını istiyorum…
Akşamdan lapa lapa kar yağmaya başlamış, yatsı namazı sonrasına kadar devam etmişti. Toprak damlar dâhil olmak üzere her taraf bir metreye yakın karla kaplanmıştı. Kar yağışı durup ay yüzünü gösterince etraf aydınlanmış, hava pırıl pırıl olmuştu. Elimizi uzatsak yıldızları tutacak gibiydik! Bu temiz ve soğuk havayı ciğerlere çekmek sırf sağlık ve sıhhatti. Bu elverişli durum bizim için toprak damlar arası uçuşları için büyük bir fırsattı. Birkaç arkadaş Halit emmi’nin evinin köşede buluşmuştuk.
“Kurt, puslu havayı sever” derler ya, bizlerde göbek boyu yağan karlı kış akşamlarını severdik…
Ev dediğime bakmayın aslında buraya kompleks demek daha doğru olur. Yola doğru iki katlı tarihi Van evi, arka tarafta bu evin devamı niteliğinde tek katlı müstakil bir evle bitişikti. Her ikisinin de kapıları bahçeye bakardı. Arka evin birkaç basamakla çıkılan balkonunun karşısında kalın gövdeli asırlık akasya ağaçları vardı. Baharları salkım-saçak açar yakın çevreye kokusunu cömertçe salardı. Karşı tarafta bağımsız olarak duran tandır evi, odunluk ve kümeste müştemilattandı. Devamında alça, dut, elma ve kayısı ağaçlarının olduğu bahçe güzellikler içinde uzayıp giderdi…
Harekât planını hemen ayaküstü yapıp Cenap Aytokların dama çıkmıştık. Ev sahipleri;” Başımıza toprak dökülüyor, vıle yetimler, çabuk inin bakiyim aşağıya!” demeden deli danalar gibi damdan dama atlamak istiyorduk.
Daha yüksek olan Cenap amcanın damdan, Halit emmi’nin tek katlı evin damına peş peşe uçup boğazımıza kadar soğuk ve pamuk gibi karların içine gömülmüştük. Kısa bir debelenmeden sonra kalkıp karları yara yara ahşap merdivene ulaşıp iki katlı evin damına çıkmıştık…
Buradaki manzara görülmeye değerdi! Ay ışığı daha parlak, yıldızlar daha yakına gelmiş, bütün mahalle sanki avucumuzun içindeydi. Çevre o kadar güzel gözüküyordu ki, durup sokak lambalarının ve pencere perdelerinin ardından sızan puslu ışıkları doyasıya seyretmek şiir gibi… Sükûtun anlatmak istediklerini duymak, anlamak ve hissetmek mahur beste gibi… Damlardan karları aşağıya dökenlerin silüetlerini seyretmek tuvale çizilmiş bir resim gibi… Ve yere düşen kar kütlelerinin çıkardığı sesin müzik gibi geldiğini söylemek bu duyguları anlatmaya yetmez bile!..
Aşağıdayken bir-iki arkadaşımız “-Vıle oğlum, damdan dama atlamakta ne var!” demişlerdi, demesine fakat yukarıdaki manzarayı görünce öyle olmadığını anladılar ve atlamaktan vazgeçtiler! Belki de haklıydılar. Hiçbir şey uzaktan görüldüğü gibi değildir! Aradaki mesafe yükseklikle beraber en az beş-altı metre vardı. Buraya kadar gelmeleri de başarıydı, çünkü bu atlayış final niteliğinde olup, riskli ve zor olanıydı…
Yan taraftaki Hadi Dede’lerin tek katlı evin damına atlayacağız. Bizde ilk anda biraz korkmadık değil! Yapacak bir şey yoktu, iş başa düşmüştü! Buradan peş peşe atlayışlar yapmak zorundaydık! Âdem önden atlayınca bizlere cesaret verdi, peşinden sırayla atlamaya başladık. Bu atlayış birincisinden daha zevkliydi. İnsan kendini bulutların üstünde hissediyordu. Oradan Behiye ezenin tandır evin damına, oradan da iki evin arasındaki koridora kazasız belasız iniş yapmıştık. Bir daha böyle bir fırsatı ne zaman elde edebilirdik, onu Rabbim bilir! Ayaklarımız yere değmişti, daha doğrusu karlara... Şükürler olsun, altı-yedi kişiyle başladığımız yolculuğu dört kişiyle kazasız-belasız bitirmiştik…
Kerpiç yapılı, toprak damlı evleri istiyorum, en az bir metre kar yağmasını murad ediyorum ve yeniden damdan dama atlamak istiyorum…
Hoşça kalınız…