Yunus Türkoğlu

Gürpınar Çayı Şad Akar

Yunus Türkoğlu

Bir yaz tatilinde sabahtan Hoşap Kalesi’ne gitmiştik. Tarihi kaleyi gezdikten sonra öğlen yemeği yiyip, namazı kılıp türbe ziyaretinden sonra Van’a doğru yola çıkmıştık. Arabada benden başka hanım, oğlum Emre ve Merhum Salih ağabeyim var.  Zernek Barajı, ovası derken Çavuştepe’nin güzelliklerini terennüm ederek yol alıyoruz. Gelirken Kurubaş tarafını tercih etmiştik. Dönüşte ise Edremit tarafından gitmeyi düşünüyorduk. Ve öylede yaptık. Van-Bitlis yol ayrımına gelince sol taraftan Gürpınar ilçemize doğru yöneldik. Yol boyunca akan Gürpınar Çayı bizlere eşlik ediyordu. Gürpınar’a tahminen bir kilometre gibi bir mesafe vardı. Sol yanımızda su boyunca uzayıp giden ağaçların altında oturup suyun, havanın, renk, renk açan çiçeklerin ve yeşilliklerin tadını çıkarmalıydık…

Pırıl pırıl akan suyun karşı tarafına geçtik. Ağaçların altındaki serin gölgeliklere kilimleri atıp semaveri yakmıştık. Hanım bir şeyler hazırlarken bizlerde ayaklarımızı suya daldırıp serinleyelim dedik. Çayın içinde kıyıya yakın kaya parçaları vardı. Ayakkabı ve çoraplarımızı çıkarıp başımızı gölgeye denk getirip kayaların üzerinde oturup ayaklarımızı suya salmıştık. İkindiye yakın olmasına rağmen güneşin harareti hala hissediliyordu. Bir iki dakika sonra vücudumuza bir serinlik yayıldı…

Gürpınar Çayı, yukarı dağlardan doğup sonra Vangölü’ne dökülen bir akarsuydu. Tertemiz suyuyla insanı büyüleyen bir yanı vardı. Bazen sessiz ve sakin bazen hırçın bazen gürültülü akardı. Lakin seyredenlere huzur verirdi. Yeşil vadinin ortasından kıvrıla kıvrıla süzülerek giderdi.

Başımız üzerinde suya doğru eğilen dalların yaprakları suya dokunup aşağı yukarı doğru sallanıyorlardı. Kıyılarda ise çiçekler, küçük boylu kamışlar ve otlar. Hepsi muhteşem ahenge renkleri ve desenleriyle katkı sunuyorlardı. Suyun taşlara çarptığı yerlerde küçük girdaplar oluşuyor, üzerindeyse yapraklar, dal parçaları ve küçük otlar yarış yapıyormuşçasına ilerliyorlardı… Arada semaverin dumanı suyun yanağını okşayıp geçiyor, etrafa sanki canlılık katıyordu…

Gürpınar çayı, bu kadim yatağından kaç asırdır akıp gidiyordu. Aktıkça farklı kaynaklardan besleniyor ve farklı kaynakları besliyordu. Geçtiği yerlerde toprağa can veriyor, tohumları filizlendiriyor, meyve, sebze ve ağaçların büyümesini sağlıyordu. Ayrıca hayvanlardan böceklere nice mahlûkatın su ihtiyacını karşılıyordu…

Hoşap Çayı ve olduğumuz yerde epeyce suyla oynayan Emre’nin uyku vakti deyip annesine götürüyorum. Semavere bir iki tahta atıp geri dönüyorum. Gürül gürül akan su bugüne kadar kaç kişinin düşlerine girmişti, kaç kişinin hayallerine şahitlik etmişti, nice dertlilerin hüzünlerine ortak olmuş ve nice sevdalıların türkülerine eşlik etmişti! Kim bilir…

  Çayımız hazırdı. Çernobil faciasından sonra epeyce bir zaman ağabeyim çay içmemişti. Yine de çay içmeye pek istekli değildi. Çocuk uyuyor bizlerde ağaçlara sırtımızı dayayıp oturduk. Suyun akışını seyrediyor ve şırıltısını dinliyorduk. Karşımızda Kurubaş Tepesi duruyor morlar içinde, düzlükte çiçekler açmış renkler içinde, koyunlar otluyor çimenler içinde…

Bu muhteşemlik Rabbimin bahşettiği ilahi bir nağmeydi. Gürpınar ovasının sükûneti ve ikliminden aldığı huzuru sanki yüreğimizin tam orta yerine bırakıyor gibiydi!..

Gürpınar çayı şad akıyordu ve lisan-ı haliyle yaptığı zikirleri ruhlara sıkıntı veren her şeyi olduğu yerden söküp atıyordu. Gönüllerin yükünü hafifletiyor ve insana bir avuç huzur veriyordu…

Böylesi güzellikler içinde semaver çayının tadı, kokusu ve rengi bir başka oluyordu. Hanım; “-Hiç olmazsa bir çay iç!” deyince, Salih ağabey, “-Eh bir bardak içeyim” demişti… Bir iki bardak çay içince rahatladığımızı ve yorgunluğumuzu attığımızı fark ettik. Ağabeyimin peş peşe birkaç bardak çay içtiğinin hanımda bende farkındayız. İlçeden duyulan ezan sesi ikindi vaktinin girdiğini haber veriyordu. Abdest alıp ikindi namazlarımızı kılmıştık. Bu arada demlik boşalınca hanım ikinci defa çay demledi. Suyun şırıltısı, kuşların cıvıltısı, etrafın zümrüt yeşili ve havanın serinliği insanın ömrüne ömür katıyordu...

Akarsuyun kenarında kavak ve diğer ağaçların sayısı daha fazlaydı. Vangölü tarafından ılık esen yeller yaprakları hafifçe kıpırdatırken sanki bizim anlayamadığımız bir dille yapraklar ve rüzgar dertleşiyorlardı. Daha ne güzellikler vardır anlatacak buralarda. Hepsini yad etmek saatler hatta günler alabilirdi…

Zaman nasıl da güzel geçmişti. Toplanmaya başlayınca ağabeyim;”-Hiç farkına varamadım fakat on bir bardak çay içmişim!” deyince, hepimiz katıla katıla gülmüştük.  Bu olayı rahmetli ağabeyim hayattayken hatırlar gülerdik. Şimdilerde hatırlayınca hanımla gülümsüyor ve rahmetle anıyoruz. 

Van’a kadar yarım saatlik bir yolumuz var. Akşam ezanından önce eve varmak için arabamıza binip yola çıkıyoruz…

Bu güzellikler hiç bitmesin..

Yazarın Diğer Yazıları