Ey uzaktaki Van
Yunus Türkoğlu
"Ara Ara insanların sıkıntılı olduğu günler olur, o havayı dağıtmak ister. Uğramadığı yerlere, uzaklara bir daha geçmek istemediği yerlere, bırakıp kurtulmak, biriktirip tazelemek istemediği sıkıntılarını da kenara kuytulara savurur atar. İşte onlardan biri, biraz sıkıntı, biraz mutluluk…
Doğuya, şark görevine atanan öğretmenler. Çoğu zaman istemese de mecburiyetten ötürü görevindeki sıkıntı ile ilgili düşüncelerini savurmadan önce, belki geçer, unutur, alışır diye bir müddet zihinsel birikimlerine odaklanır, aldığı bu haberle… Ve her şey beklemediği bir anda üst üste gelmiştir, etrafa bakar, anlamaya çalışır döner yine kendine tebessüm etmeye çalışır, başını sallar, kapatır kendini kendine... “Nasıl olacak ya!” der. “Vay be!” der veya “Nereden inceldiyse oradan kopsun ya!” der. Bakar yürür nereden geçtiğini hatırlayamaz. Oturup seyretmeyi dener, seyrettiğinden de zevk alamaz. Seyrettiği şeyin eski halini bile hayalinde canlandıramaz. Çünkü zihin hep aynı yerde dönüp dolaşıyordur. Hep yeniden başa döner,bir şarkıyı mırıldanmayı bile kendinden esirger…
Uzaklara gidecektir, yeni bir yer, yeni bir köşe…
Tanımadığı bir telefon çalar cevap vermez, selam verilir duymaz, almaz ne kadar yürüdüğünü bile fark etmez. Yolun sökülmüş taşlarını sayar, birkaç gündür geçip gittiği sokağın vitrinlerinde ulu orta görünsün diye yapılan tandırların da pişen mis kokulu lavaşların camın önündeki yığınlarını bile fark edemez daha ilk günlerinde…
Bir türlü dağıtamıyordur, hayalinde kurduğu bunca şeyi.
Her şey altüst olmuştur, ummadığı şehirden bu kadarını beklemiyordu!
Yürür gider yol boyunca fakat aklına gelmez. Birde kendini gölün kıyısına atmayı, uzaktan Süphan Dağı'nın muhteşem güzelliğine bakmayı, köpüğünü çoğaltarak gelen dalgaları seyreder. Düşünür mü ki gölün kokusunu, esen rüzgarının, uçan martıların çığlıklarının ona sıkıntılarını, yersiz korkularını unutturacak inci kefalli soda kokan mavi berrak suların rehabiletisini...
Anlayabilse! Anlayamaz! kaç defa geldi ki bu şehre…
Biraz uzaklardaki yalnızlığı için, martılara; yediği simidin birazını kopartıp fırlatsa, kıyıdaki banklara otursa, çimlere uzansa, derin bir nefesi içine çekebilse, demli bir çay için sahildeki kafe'nin garsonuna seslense, belki de unutup üstünden her şeyi atacak, yavaş yavaş alışacak bu şehre…
Nereden bilsin ki!
Aklından başka düşünceler mi geçiriyor yoksa şehrimize yeni atanan bizim idealist öğretmenin?
Alışır diyorum kendimce, yazıyorum ve şehrimize yeni atanan genç öğretmenlerin senaryosunu. “Sonra alışıyor gitmek bilmiyorlar “diyorum kendi kendime...
nereden bilecek ki; bir müddet sonra sıkıntılı anlarında yanlarında olacak dertlerini dert edinecek, aile sıcaklığını aratmayacak ne kadar Vanlı dost ve arkadaşları olacağını...
Belki de yuvasını burada kuracak!
Belki de doğup büyüdüğü şehirden davet edeceği misafirlerini ağırlayacak.
Yavaş yavaş alışır, bir bakar ki uzaklarda ki korku yerini sadece Van insanının sıcaklığına ve samimiyetine bırakmıştır…
Hala şaşkınlık içindedir...
Artık her taş kısa zamanda yerine oturmuştur, sonraki adım işine odaklanmak olur bizim misafirin, çünkü misafir gözüyle bakılır, el üstünde tutulur ve yalnızlığı unutturulur…
Memleketi, anne-baba, kardeşleri, arkadaşları bile ara ara hatırlanır olur.
Sınıf, okul, öğrenci, tahta, tebeşir, defter, kalem derken yılları ardı ardına Van'ın şefkatli kucağın da sürdürür…
Nereden bilsin ki, hayatının; uzaklarda saklı bir cennette huzur veren, gördüğünde, görüştüğünde ona sıkıntılarını unutturan güzel bir dostun, arkadaşın, Van’lının yanına, kıyısına atılan demirin güvenli liman olduğunu…
Anladığında yine oturur etrafı seyreder, gözünde canlandıramadığı her şey artık ona en sevdiği filmin bir sahnesi gibi gelir.
Zaman ilerleyip mecburi görev bittiğinde bu defa ayrılık düşüncesi sarar; hüzün dolar içine, geldiği gün bu gün olur yine, oturur okulun duvarının üstüne, bakar etrafa hiç bir şey düşünemez, tutulmuştur. O kadar leziz Van yemeklerinin içinde olduğu halde iştahı kaçmıştır, gitmesem de Edremit sahilinden mi bu defa seyretsem uzak sandığım yerleri. Eskiden çok uzaktı şimdi çok yakın. Başka hangi şehir uzakken bu kadar yakın gelebilir ki. Sonra ben yazdığım halde anlayamıyorum neden dönüş biletini Vangölü expresten alır. Gayesi birde feribottan mı seyretmek, yoksa bu şehirden ayrılırken göz yaşlarını dört saatlik Van denizinde ki yolculuğa mı hapsetmek. Bir yandan memleket hasreti, bir yandan anne baba kardeş hasreti derken dalar yazları daldığı gölün sodalı serin sularına, çıkar Tatvan'dan, sonra bindiği trenin camından da sana selam olsun der ” Ey uzaktaki Van…”
Duyar gibiyim.
Hoş bulduk öğretmenim, bizden de selam olsun size.
Yine gel, eşini dostunu da al gel, her zaman kapımız açık bir zamanlar geçip gitmek istemediğin yerlere…"
Selametle kalınız.