
Eski ile yeninin terennümü
Yunus Türkoğlu
Kentimiz hoyrat yapılar arasında sıkışıp kaldı. İç içe gibi görünen aslında biri birinden oldukça uzak olan bu yapıların oluşturduğu düzene ayak uyduramayan bizler buruk bir yabancı gibi kala kaldık. Kaybettiğimiz değerleri hep aradık durduk. Bulduğu her fırsatta bize doğru koşar, nahif hareketlerle gelir ve bizi kendine hayran bırakan güzellikler sunardı. Madde ile mana kol kolaydı fakat yalnızca maddi yanını göstermez, manevi yönünü de görmemizi isterdi. Birçok özellikleri yanında zaarif duruşu eski evlerin en etkileyici tarafıydı bence. Yoksa neden eski bir Van evi gördüğümüzde saatlerce yanından ayrılmak istemeyişimiz, yamalı sıvalarını, dantel gibi işlenmiş saçak tahtalarını ve kapısının yıpranmışlığını izleriz ki hayranlıkla…
Bahçesinde erik, kayısı, elma ağaçları, Dam kenarlarından uzanan şuratanların yareni yağmur suları, mühre duvarlar üzerinde yürüyen sarmaşıklar ve boynunu uzatıp yoldan geçenleri seyreden sarı ayvalar, kızarmış iğdeler, ahşap oymalı kapıları, sıralı dar pencerelerini saran cumbalı demir korkuluklarıyla yaşanmışlığı dışa vuran yapılardır eski kerpiç evler… Avlusunda çocuk ve ağırlanan misafirlerin huzurlu sesleri, çeşmesinden buz gibi akan suyu, leylakların albenisi, tandır evinin bacasından etrafa yayılan lavaş kokusu, bahçe kapısının gıcırtısı, birde semaver dumanının havaya yayılması gibi bizimki de kaybolmuş bir medeniyeti aramaktır sanki…
Gece karanlığında ayı ve yıldızları, gündüzleri güneşi ve Erek Dağı’ndan esen yelleri içeri buyur eden çift kanatlı sokak kapısı. Tahta gövdesi, kulpu paslanmış kilidi, zamanın heyecanını, sevdasını, en güzel hatıralarını saklayan bir hudut.Kapılar uğurlar ve kavuşturur, arasında kalan ise koca bir ömürden ibarettir. Tunç tokmağına vurulunca adeta evin her tarafı kulak kesilir bu sese. Davetkâr bir çehre ile Dursun amca veya hanımı Fahriye teyze “-Hoş geldiniz.” diye hitap eder gelen misafire, kapı her açılıp kapandığında heyecanlanır sanki odalar ile duvarlar.
Odalar, evde yaşayanlar için bir şifre ve aynadır. Gün boyunca odalardan salona, avluya ve sokağa yol alan bir kervan akar dururhep. Yükleri sevinç, huzur, sevgi, sevda, umut, sıcak tırnak ekmeği, otlu peynir, zeytin, murtuğa, Kürt köftesi, yaprak sarması, bir bardak limonlu semaver çayı, şefkat dolu anne yüzü, baba gölgesi ve çokça kanaat, samimiyet, merhamet…
Evin gözleri ve ses geçirmez cephesidir pencereler. Aynı anda içe ve dışa dönük olmanın adıdır ve samimi duyguların nüvesi.Görmek ya da görmemek arasında geçenleri saklayan çiçekli perde, evin mahrem örtüsü, komşunun gözlediği güven ortamıdır. Dantel, tül ve perde zarafettir her birisi, düzene, huzura atılan imzadır aynı zamanda.Bazen buğulu gözlerle yağmuru izlemek, bazen kar tanelerine avuç açmaktır. Sabah namazından sonra temiz havayı içeri almanı yoludur. Akşam olduğunda yanan lambalar hayatları buluşturur köşe başında. Pencereyi aralamak, komşu davetine, çocukların oyununa, geçen araçların korna seslerine, seyyar dondurmacıya, mahalle camisinden okunan ezan sesinin süzülüp gelişine, kuş cıvıltılarına, kaldırıma vuran ayak seslerine ve ağaç dallarını kıpırdatan rüzgâra kulak vermektir. Geçen zamanı ilmek ilmek dokumaktır ve pencere önündeki saksıda açınca çiçekler mutluluğu gönüllere akıtmaktır ve bu şehre ait olmanın en güzel takdimidir belki de…
Bağına, bahçesine yaban eli değmiş hüzünlü ve bir o kadar çaresizlik içinde kıvranıp durmuş. Yaşamak istemiş fakat zamanın yıpratıcılığına daha fazla direnememiş. Dışı yıllara direnen pürüzlerle dolu eski bir evin şahitliğiyle. Yeni evlerin yakınlığı ile beraber biri birinden uzaklaşan insanların hallerine bakıyoruz. Terk ediyoruz şehri kaçtıkça kaçıyoruz. Heybemizi açmadan evvel bizden öncekilerin haline bakıyoruz, ruhumuzdan kiri pası arıtıyoruz. Çoğalıp birlik olalım derken azalıp bitiyoruz.
Sizleri bilmem ama ben hala aile efradına, konu-komşuya, sokakta dokuztaş oynayan çocuklara, Vakit namazlarında camiye yürüyerek giden Abdullah Çakır’ın nezaketine, pencere içlerinde büyütülen begonyalara, o günlerin sükûnetine, kapı önünde kiraz ağacının altında yudumladığı çayına kanaldan akan suyun şırıltısını katan Cemile teyzeye ve hayatın büyütüp suladığı sevdaların başımızdan aşağıya döküldüğü günleri özlüyorum…
Selam ve dua ile…