Yunus Türkoğlu

Avlu

Yunus Türkoğlu

Müstakil yapıları bizler; kireç duvarları, yüksek tavanları, döşemeleri,  ahşap zemini, hayata ve sokağa açılan pencereleriyle hatırlarız çoğu zaman. Her bir köşesinin ayrı bir yüzü olur bu mekânların. Aslında hayat bu duvarların ötesinde akar gider. Bir evin hakikati dört duvarla çevrili derin manalarda gizlidir. Dört duvarın dışındaki iç mekân olan avlu insana nefes aldıran önemli bir bölümdür. Mabetlerden çarşılara, külliyelerden ailelerin sıcak yuvası evlere varıncaya kadar avlular bir yapının önemli unsurudur. Buna mukabil avlulu yapı modellerinin izleri asırlar öncesinde Mısır tapınaklarında görülür. Bizim mimarimizde ise avlunun ayrı bir yeri vardır. Bir Süleymaniye’nin, bir Yavuz Sultan Camii’nin avlusunu düşünün, insana huzur veriyor. Osmanlı yapısı İşhanlarının ise adeta vaz geçilmesidir…

Evlerimizde ise ayrı bir değer taşır avlular. Geleneksel mimaride evlerin egemen unsuru olan avlular dini ve ahlaki bir temele dayanır. Mahremiyet bilinci burada ön plandadır. Pencereler avluya bakardı, açılan kapısından içeri giren erkek ise evin beyi, kadın ise hanımı karşılardı. Evden sonra, sokaktan önce hayatın devam ettiği ilk sosyal çevredir avlular ve mekân içre mekândır, haremlik, selamlık yeridir. Dinimizin büyük önem verdiği mahremiyetin ev mimarisine yansımış hali, kültürel ve din değerlerin hayat tarzımıza dokunuşudur…

Etrafı yüksek duvarlarla çevrili, sokağın yabancılığını dışarıda tutan evin hem içi hem de dışıdır. Yalnızca aile fertlerine ait bir mahremiyet alanıdır. İnsana arzuladığı güveni sunarken bir yandan da sal taşlarla yapılan incecik yol, bir kenarda buz gibi su akıtan çeşme, tahta masa ve sandalye takımı, bir tarafta gülümseyen kasımpatılar, lavantalar kadife çiçekleri ve yüksek duvarlara tırmanan çivit rengi açan çiçekleriyle sarmaşıkların özel bir yeri vardır avlu içlerinde. Karşıda Cenap Aytok ve hanımı Mediha teyzenin diğer tarafta Reşit emmi ve hanımı Feride ezenin evi belki de ortada küçük bir süs havuzu, ne dersiniz? 

“Dön desem yıllara, geri döner mi?”

Anadolu’nun kimi bölgelerinde avluya hayat denmiştir. Hayat denilmesi boşuna değildir. Saç üzerinde pişirilen ekmek, sabah kahvaltısı, ağırlanan misafirler, kış hazırlıklarından turşu kurma, erişte kesme ve buna benzer faaliyetlerin merkezi konumundaki avlu ev ile sokak arasında dışarıdaki iç mekândır. Van’da yaz mevsimi ne kadar kısa olsa da en az üç-dört ay hane halkının hayat bulduğu yerdir. İkindiden sonra semaverin yakıldığı, çayın demlendiği, sohbetin koyulaştığı ve gün içindeki meşgaleden yorulan sinelerin nefes aldığı yerler, çocuklar için güvenli oyun alanları, komşuların buluşma noktası, ev ve el işlerinde yardımlaşmanın ilk durağıdır. Etamin, kanaviçe işleyen gelinlik kızların marifet öğrenme, yardımlaşma ve sosyalleşmeye ilk adım attığı avlular ne güzeldi…

“Hayatları değirmi, bu gelen yar değil mi?”

Avluların özel bir yeri vardı hafızalarımızda. Kına gecesi, sünnet töreni, bayram sabahları yapılan kahvaltılar, ramazan ayında kurulan sofralarının maneviyatı sirayeti eder her bir yanına. Avlularda hayat ve ölüm yan yanadır, taziyelerde toplanır eş-dost, hısım-akraba, konu-komşu Fatihalar, Yasinler okunur, nur yüzlü nineler, takkesi ve tespihiyle eli bastonlu dedeler, genciyle yaşlısıyla mahalleliyi bağrına basar avlular. Bu birlik, beraberlik insana yalnız olmadığını hatırlatırdı…

Geleneksel mimarisini korumuş bazı şehirlerde avluların izini sürmek mümkün olabiliyor, fakat kentleri, büyük şehirleri çoktan terk etti. İlimizde izini sürmek ne mümkün. Avlular bizim çocukluğumuzda kaldı. Modern hayat insanı standartların için hapsetti. Birbirinin aynısı evler, birbirinin aynısı şehirler türedi. Bireysellik adı altında insanı insandan kopardılar. Evleri ve aileyi küçültüp, kişiyi yalnızlaştıran bir açmaza soktu. Küçülen aileler ve dar alanlara mahkûm olduk. Apartman kültürü, dört duvar insanı birleştirmiyor, aksine ayırıyor ve bireyselleştiriyor…

Bizler geleneksel ev mimarisinden vazgeçerken dört yanı çevrili üst açık hayat alanını, avluyu kaybetmedik, kültür değerlerimizi meydana getiren ve koruyan nice alışkanlıklarımızda beraberinde kaybettik…

Selam ve dua ile… 

Yazarın Diğer Yazıları