Uzaklarda bir hatıra, sisli, loş bir iz,
Geçmişin labirentinde kaybolan bir vuslatımız.
Her sabah doğan güneşle artan bir bekleyiş,
İçimde közlenen bir özlem, bitmeyen bir deyiş.
Zamanı ölçen kum saati, her tanesi bir anı,
Ne kadar da hızlı geçiyor bu ayrılığın demi.
Sanki bütün evren, bir anda susmuş, dinliyor,
O beklenen kavuşmayı, kalbim nasıl diliyor.
Bir ince belli bardakta gizlenen derin sır,
Dumanı tütmekte, gönlüme huzur veriyor.
Gözlerim yollarda, arıyorum o gölgeni,
Hayali bile ısıtıyor, bir yudum çay misali.
Bu hasret, kor bir alev gibi yakıyor içimi,
Yanıyor yüreğimde vuslatın o tatlı ateşi.
Ne yapsam sönmüyor, ne etsem dinmiyor arzu,
Bu yangın, kalbimin en derinindeki kutlu kuzu.
Dem tutan çaydanlıkta kaynıyor sabır,
Bekleyişin rengi, gittikçe kızıl, gittikçe ağır.
Her çay ziyafeti, bir umut, bir dua oluyor,
O an geldiğinde, bütün zaman dursun, donuyor.
Ey geçmişten gelen, uzaklardan süzülen ses,
Ne zaman dinecek bu özlem, ne zaman bitecek bu nefes?
Biliyorum, o ateş sönmeyecek, daima yanacak,
Ta ki kollarımda o ebedi vuslatı bulana dek.
Oysa bu ateş, zamanı da yakıp bitirir,
Her saniye bir kor, ömrü de eritir.
Demlenmiş çay gibi, ağır ağır demlenir sevda,
Vuslat olmazsa, bu küller kalır geride, veda.
Dem tutan çaydanlıkta kaynıyor sabır,
Bekleyişin rengi, gittikçe kızıl, gittikçe ağır.
Her çay ziyafeti, bir umut, bir dua oluyor,
O an geldiğinde, bütün zaman dursun, donuyor