Van Alparslan İlköğretmen Okulu Mezunlarının Unutulmaz Buluşması
Ümran Öztürk
Bazen insan, hiç planlamadığı anlarda “iyi ki” diyebileceği karşılaşmalar yaşar. Van Alparslan İlköğretmen Okulu’nun 1972 yılı mezunlarının Güre Afrodit Oteli’nde gerçekleştirdiği buluşma benim için tam da böyle bir andı. Yazılarımı sosyal medyadan takip eden, gönlü güzel öğretmenlerimiz davet edince, bu zarif buluşmaya memnuniyetle katıldım.
Birbirinden değerli hanımefendi ve beyefendiler… Her biri yılların biriktirdiği deneyimle, ama aynı gençlik ateşiyle bir aradaydılar. Aradan geçen yarım asra rağmen, öğretmen okulunda yaşadıkları günleri anlatırken yüzlerinde aynı heyecan, aynı gülümseme, aynı sıcaklık beliriyordu. Sanki zaman biraz durdu, biraz geriye aktı o salonda.
Dostluğun, paylaşımın ve yardımlaşmanın en güzel örneklerini, o anılardan dinledim. Kendilerinin izniyle bazı sohbetleri kayda da aldım; çünkü bu hatıralar sadece bir kuşağa değil, bir dönemin ruhuna tanıklık ediyor.
Programda, Türkiye’nin farklı şehirlerinden yol alıp gelen Van Alparslan İlköğretmen Okulu mezunları vardı…
Ve en anlamlısı; o okulda ilk dersini, ilk heyecanını yaşayan, mesleğe orada başlayan hocalarımız da bu buluşmanın konuklarıydı. Gece boyunca sadece hatıralar değil; bir dönemin ruhu dolaştı masalar arasında.
Kimi bir yatakhane anısını paylaştı, kimi yoklukla şekillenmiş bir dayanışma hikâyesini…
Her anlatı, aynı sıcaklıkla birbirine ekleniyor, yıllar önce kapanan bir kapı hafifçe aralanıp yeniden o koridorlara ışık düşüyordu.
Yatılı okumanın kişiliklerini nasıl şekillendirdiğini anlatırken hepsinin sesindeki ortak titreşim çok anlamlıydı. “Biz orada sadece ders görmedik, hayata hazırlandık” dediler. Öğretmenlik mesleklerinin nasıl bir vicdan, omuzlarında nasıl bir sorumluluk olduğunu daha o yıllarda öğrendiklerini aktardılar.
Behlül İbrahim Şerefoğlu, "Yatılı okulda okumak çok çok farklı duygulardan geçirir insanı. Örneğin 750 kişinin bir yerde yemek yediği, 120 kişinin bir yatakhanede yattığı öğretmen okulu bizler için kocaman bir aile ortamıydı. Okula ilk geldiğimizde ilkokulu yeni bitirmiş çocuklar olarak geceleri battaniyelerimizi başımıza çekip ağlardık; bu, unutulmaz anılarımız arasındadır."
Spor ve Van’ın hafızasında iz bırakan öğretmenler...
1970–74 yılları arasında beden eğitimi öğretmeni olarak görev yapan Arif Dormen, okul takımını öğretmen ve öğrencilerden oluşturduklarını, bölgesel maçlarda büyük başarılar elde ettiklerini ve Diyarbakır Bölge Şampiyonası’nda grup birincisi olduklarını anlatırken o yıllara gitmiş gibi oldu. O heyecanı paylaşmak, o dönemleri adeta yeniden yaşamak gibiydi.
Mustafa Tadık, Alparslan Öğretmen Okulu’nda geçirdiği süre boyunca Van’da basketbolu sevdiren, atletizm alanında öğrenciler yetiştiren bir isim olarak hatırlanıyor. Gözleri ışıl ışıl parlıyor, öğrencilerinin başarılarını anlatırken gururla gülümsüyordu. O dönemde Van Valisi’nin hiçbir maçı kaçırmadığını, eğer okulun bir spor salonu olsaydı çok daha büyük başarılara imza atılabileceğini sözlerine ekledi.
Bu okul, sadece eğitim veren bir kurum değil; Van’ın kültürüne, sporuna, sosyal yaşamına iz bırakan bir merkezdir.
Paylaşmanın ve dayanışmanın gücünü Behlül İbrahim Şerefoğlu, şöyle dile getirdi:
"Okurken bir çoğumuz gibi benim de hiç paltom olmadı. Bugün Ankara’da yaşayan arkadaşım Osman Çiftçi’nin askeriyeden almış olduğu parkayı iki yıl boyunca giydim. Hiçbir zaman bugün de ben de giyeyim' demedi. Birbirimizin eksiklerini hep böyle kapattık, dayanışma ve paylaşmanın ne kadar kıymetli olduğunu böyle öğrendik."
Orhan Ayhan hocamız, Behlül hocanın bu duygularına şu sözlerle katkı yaptı.
"İnsan nasıl yaşarsa öyle düşünür. Önce karavanamızı paylaştık, sonra cebimizdeki parayı… Dolaplarımızı, yataklarımızı, giysilerimizi, sevinçlerimizi, kederlerimizi… Paylaşma, dayanışma duygularımızı daha o yıllarda hocalarımızdan aldık. Kişiliğimizi öğretmen okulunda bulduk yaşamımızda bunu kullandık. İlkokuldan sonra geldiğimiz bu okulda insan olmaya dair ne varsa öğrendik ve ömrümüz boyunca böyle yaşadık sonuna kadar da böyle yaşayacağız.
Fevzi Ayber, okulda doğa sevgisini ve çevre bilincini anlatırken;
"Tarım öğretmenimiz bize bir görev verdi: Herkes bir fidan dikecek, levhasına adını yazacak. Bu fidana çok iyi bakacak, asla kurutmayacaksınız. Kurursa bütünlemeye kalacaksınız dedi. Biz o fidanları titizlikle büyüttük. Yıllar sonra okula gittiğimde, ismimi yazdığım levhamı ve ağacımı gördüm, hâlâ dimdik duruyordu. Buna çok sevindim. Ancak kayısılığımız kesilmişti, biz öğrencilerin diktiği ağaçlardı kayısılar. Altında sohbet ettiğimiz duygularımız yok olmuştu. Bu, bize doğayı ve insani değerleri savunmayı öğreten okulun ne kadar kıymetli olduğunu hatırlattı."
Abdul Çene okulun Felsefe öğretmeniydi. Aslen Tekirdağlı olmasına rağmen hemen hemen her yıl Van’a gittiğini, bu yıl da ziyaretine Bahçesaray’ı da eklediğini anlattığında, sevginin- aidiyet duygusunun derinliğini gözlemledim.
Aşk, dostluk ve unutulmaz anılar!!!
Mücella Yıldırım, Van’da ilk ve son aşkı olan eşiyle okulda tanıştığını ve evlendiğini gözleri ışıldayarak anlattı. Van Gölü canavarı efsanesine esprili bir şekilde değinerek olsa olsa Van Gölü’nde “Van perileri var” diyordu gülümseyerek.
Melek Kasa ve Hasan Kasap çifti, Alparslan İlköğretmen Okulu’nun bir armağanı gibi: İlk görev yerinde tanışıp evlenen ve hâlâ mutlu bir beraberliği sürdüren çift, buluşmaya ayrı bir renk kattı.
Nizamettin Erdem hocamızın İstanbul anıları ise gecenin kahkaha dolu bölümünü oluşturdu.
Ancak bu anılar öylesine değerli ve mizah kokuyor ki, kendisinin de izin verdiği bir zamanda köşemde detaylıca paylaşacağım.
Gecenin büyülü finali: Udun tınısı, türküler ve şarkılar…
Yarım asır önceki gençliklerine seslenen dizeler, salonda ince bir hüzün bıraktı; ama o hüzün ağır değildi, bilakis insanın içine dokunan, yılların kıymetini hatırlatan bir sesti. Şiirlerin de okunduğu gecenin son bölümünde Van Alparslan İlköğretmen Okulu Fransızca öğretmeni Udi Mustafa Ruhi Özeke, uduyla salonu büyüledi. Esprili konuşmalarının ardından türküler, şarkılar, yılların biriktirdiği hasreti, sevgiyi ve buluşmanın huzurunu taşıdı yüreklere. Katılımcılar zaman zaman eşlik etti. O salon bir anda geçmişin ve geleceğin birleştiği bir mekâna dönüştü.
Bu buluşma sadece bir anılar gecesi değil, bir okulun yarattığı ömür boyu sürecek dostluk ve aile ruhunun kanıtıydı.
Yarım asır önce yatakhanelerde paylaşılan bir battaniye, sırada yenen ortak bir karavana, tek bir paltonun bile elden ele dolaşması; eğitimin sadece derslerden ibaret olmadığını hatırlatıyordu. O yılların öğretmen okulları, yokluğun içinden dayanışmayı, paylaşmayı ve karakteri büyüten kurumlar olarak nesiller yetiştirdi.
Bugün teknolojinin imkânları sınırsız olsa da eğitim sistemimizin en çok ihtiyaç duyduğu şey, o dönemlerin ruhunda saklı: Samimiyet, adalet, emek ve insanın insana dokunması… Çünkü eğitimin gerçek gücü ne binadadır ne araçlarda—öğretmenin vicdanında, öğrencinin yüreğinde, birlikte kurulan bağdadır.
Geçmişin sıcaklığı bize şunu fısıldıyor:
İyi bir eğitim, önce insanı yetiştirir. Bilgi sonra gelir.
Ve ben içtenlikle diyorum ki: Sizleri tanıdığıma çok mutlu oldum, seneye buluşmak dileğiyle, sağlık ve mutlulukla kalın. 15.11.2025 /Güre-Edremit



