
Özlemek, kalbin susarak konuştuğu dildir…
Ümran Öztürk
Bazen bir sessizlik çınlar içimizde.
Ne bir ses vardır, ne bir kelime…
Sadece bir sızı: adı konmamış, ama tanıdık.
İşte o özlemdir.
Özlemek;
bir yaz akşamında esen rüzgârda tanıdık bir koku aramaktır.
Bir sokağın köşesinde beklemektir, gelmeyeceğini bile bile.
Eski bir şarkının ilk notasında,
gözlerinin buğulanmasıdır.
Özlemek, bir iç çekişte bin kelime taşır.
Bir gülüşte saklanan geçmişin yankısıdır.
Kalbimizin raflarına özenle koyduğumuz hatıralar
bir bir iner önümüze,
tozlarını bile silemeden izleriz sessizce…
Sevdiğimiz her şey
aslında özümüzde saklıdır.
Bir insanı, bir yeri, bir zamanı özlerken
en çok da kendimize dair bir hâli anımsarız.
O an, içimizde bir kapı aralanır:
"İşte bendim bu… Böyle sevmiştim… Böyle gülmüştüm."
Ve insan en çok
kendisiyle buluşur özlerken.
Çünkü özlemek sadece başkasına değil, kendi özüne bakmaktır, kendi kalbine dönmektir.
Belki bir fincan kahvede,
belki sabah perdesinden sızan ışıktadır o özlenen.
Belki de hiç yaşanmamış ama çokça hayal edilmiş bir andadır.
Özlemek zamanın iltimasıdır kalbe…
"Dur, biraz hissedelim" demesidir evrene.
O yüzden sakın küçümseme özlemi.
O bir eksiklik değil;
tam aksine içinin hâlâ sıcak, hâlâ canlı olduğunu gösteren
en derin duygudur.
Ve unutma,
özlemek insana ağır gelse de
hatırlamak güzeldir.
Çünkü sevdiğimiz her şey
bizden izler taşır.
Ve biz, neyi özlüyorsak,
aslında o kadar bizizdir.
Özlemek, kalbin kendine özenle yazdığı bir mektuptur.