Ümran Öztürk

Kahvehaneler Kimin? Yayanın Hakkı, Masaların Gölgesinde Kayboluyor.

Ümran Öztürk

Bir zamanlar kahvehaneler, sadece çayın değil sözün de demlendiği mekânlardı.

Duvarlarda gazete sayfaları asılı durur, köşedeki radyodan haber bülteni ya da bir türkü yayılırdı.

Kahveci Hüseyin Amca, çayı İnce bellide getirir; gençler büyüklerin sözünü kesmeden sohbeti dinler geleceğe dair bir hafıza, bir arşiv oluştururlar. 

Bir köşede emekli öğretmen günlük gazetesini okur, bir başkası sobanın başında kahvesini yudumlar bir diğeri kestane pişirirdi.

Kahvehane dediğin biraz mektep, biraz meydan, biraz da mecburi sığınaktı.

Bugünse bu manzaradan geriye pek birşey kalmadı.

Ülkemizde üretimin azalması ve işsizliğin çığ gibi büyümesi, büyük kentlerin kenar mahallelerinde, küçük kasabalarda ve gelişememiş ilçelerde kahvehane sayısının hızla artmasına yol açmıştır.

Geçim derdine düşen, işsizlikten bunalan, gelecek umudunu kaybetmiş insanlar; kendilerine zaman öldürecek böyle bir yer bulmakta, haliyle kahvehaneler de bu boşluğu doldurmaktadır.

Eskiden toplumsal ve kültürel etkileşimin merkezi olan kahvehanelerin, günümüzde işlevi büyük ölçüde değişmiştir. Mahalle aralarına, cadde ve sokaklara açılan kahvehane sayısı hızla artarken, bu mekânlar gece gündüz dolarak adeta oyun salonlarına dönüşmüştür.

Okey taşlarının sesi, televizyonun yüksek sesli futbol yorumları ve sigara dumanı arasında artık ne düşünmeye ne de konuşmaya yer kalıyor. Maalesef ülkemizde kahvehaneler, sohbetin, dostluğun ve düşüncenin mekânı olmaktan çıkıp gürültünün ve ilgisizliğin merkezi hâline geldi. Değişen kahvehane kültürü, toplumsal iletişimimizin ne yazık ki ne yöne evrildiğini de net bir şekilde gösteriyor.

Bugün kahvehaneler sohbetin, fikir alışverişinin değil; okey, tavla ve kağıt oyunlarının merkezidir.

Kapalı alanlarda sigara içme yasağı nedeniyle kahvehane müdavimleri dışarıya taşmış, kaldırımlar masa ve sandalyelerle dolmuştur. Bu da yetmezmiş gibi, müşteriler motosiklet ve özel araçlarını da gelişigüzel park ederek caddeleri işgal etmektedir. Yayaların geçecek yol bulamaması, çocuk arabalarının kaldırımdan inip yola inmek zorunda kalması sıradan bir manzara haline gelmiştir.

Bu tablo sadece fiziksel bir düzensizlik değil, aynı zamanda kamuya ait alanlara duyulan saygının da giderek azaldığını gösterir niteliktedir.

Ne yazık ki, birçok kasabada ve taşra ilçesinde bu manzara normalleşmiştir. Kaldırımlar yayalara değil, kahvehane müşterilerine hizmet eder hale gelmiştir.

Üstelik bu durum yalnızca müdavimlerin sorumsuzluğu ya da esnafın işgüzarlığı ile açıklanamaz. Belediyeler, bu işgallerden "işgal harcı" adı altında vergi topladığı için, çoğu zaman düzensizliğe göz yummaktadır. Böylece yayanın hakkı olan kaldırımlar, esnafın özellikle kahvehanelerin kullanımına sunulmuş, kamusal alanlar özel çıkarların emrine verilmiştir.

Bu işgal ve kargaşa, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel bir ihmalkârlığın ürünüdür.

Biz buna "Denetimsizlik ve Sessiz Kabul" de diyebiliriz. 

 Kurallar uygulanmadığında, insanlar zamanla bu durumu “normal” kabul etmeye başlar. Ne bir uyarı levhası vardır, ne de bir müdahale. Belediyeler, zabıtalar ya da ilgili kurumlar bu alanları denetlemediği sürece, kaldırımlar sanki kahvehanelerin uzantısıymış gibi kullanılmaya devam edecektir.

Oysa kahvehaneler, sadece oyun oynanan yerler değil; aynı zamanda toplumsal belleğin, kültürel etkileşimin ve mahalle ruhunun taşıyıcısı olabilir. Örneğin kahvehanelerin yeniden toplumsal mekânlara dönüşmesi için hem denetim hem de yönlendirme şarttır.

Kamusal alanların işgaliyle ilgili denetimler artırılmalı, yayaların kaldırımlarda güvenle yürüyebilmesi sağlanmalıdır.

Belediyeler, sadece oy ya da gelir kaygısıyla değil, kamusal yaşamı düzenleme sorumluluğuyla hareket etmelidir.

Kahvehaneler, yerel kültürün yaşatıldığı, kitaplık köşeleri olan, sohbet günleri düzenlenen, gençlere yönelik turnuvalar, örneğin satranç turnuvalarının yapıldığı yerler haline getirilebilir. Hatta yaşlılarla birlikte gerçekleştirilecek anı anlatımı oturumları ya da mahalle söyleşileriyle tekrar “sözün değdiği” yerlere çevrilerek sosyal alanlara dönüştürülebilir. 

Bir zamanlar dumanı üzerinde tüten çayla başlayan sohbetler vardı. Bugün o çayın dumanı da, o sohbetler de dağıldı. Geriye yalnızca kaldırımları işgal eden sandalyeler, asfalt üzerinde çekilmiş oyun çizgileri ve geçemeyen yayalar kaldı.

O zaman sormak gerek:

Kahvehaneler kimin?

Yaya hakkı, oyun masalarının gölgesine mi terk edilmeli?

Yazarın Diğer Yazıları