
Hoşap Yolunda Bir Mola
Ümran Öztürk
Bazı yolculuklar, varış noktasından çok, yol üzerindeki küçük duraklarla hatırlanır.
Çocukluğumda Van’dan Hakkâri’ye uzanan o kıvrımlı yolda, en sevdiğim duraklardan biri Hoşap’ın kıyısındaki üzerlerinde buz gibi suların bulunduğu testisi olan o iki masalı lokantaydı.
Masalar, dalları dereye eğilmiş söğütlerin gölgesinde, suyun şırıltısına karışan sessizlikte dururdu. Hemen yanımızda berrak bir dere… İçinde çatlatılmış karpuzlar, buz gibi suda beklerdi. Suyun serinliği karpuzun kırmızısına işlemiş, tadını daha tatlı, rengini daha davetkâr kılıyırdu.
Köprünün altından geçip gelen suyun üzerinde ördekler ve kazlar süzülürdü. Biz, kopardığımız ekmekleri, salatalık ve küçük kıyılmış karpuz kabuklarını suya attıkça, onların telaşlı yüzüşleri dereye küçük daireler çizdirirdi. O anlarda gülüşmelerimiz, suyun şırıltısına karışır, yolun yorgunluğunu bizlere unuttururdu.
Başımı kaldırdığımda, Hoşap Kalesi yükselirdi. Taşına zaman sinmiş, zamana direnen bir gururla dururdu. Sarp kayalara oturmuş gövdesiyle sertçe yükselen, yuvarlak burçları, taş kapısının önündeki Farsça kitabe ve aslan kabartmalarıyla tarihin sessiz bir anıtı gibiydi. Ona bakarken hayal kurardım. Belki bir masal kahramanı o kalede yaşardı, belki güzel bir prenses, belki de göç yollarını izleyen sessiz bir nöbetçi…
Otobüsün kornası duyulduğunda, molanın bittiğini anlardık. Dere kıyısında geçen o kısa an, yola geri dönmeden önce içimizde sakladığımız küçük bir mutluluk olurdu.
Yıllar geçti, yollar değişti. Ama bazen gözlerimi kapadığımda hâlâ o derenin kokusunu, o buz gibi karpuzun tadını, Hoşap Kalesi’nin sessizliğini hissederim.
Ne zaman kendimi yılgın, yorgun hissetsem, o kaleyi hatırlar, onun gibi dimdik durabilmek için çaba sarf eder, her taşına sinmiş zamanın gücünden güç alırım. Ve bilirim ki, hayatın en güzel anları, varmak için değil, soluklanmak için durduğumuz o küçük duraklarda saklıdır.
(11 Ağustos 25-Güre )