Ümit Kayaçelebi

Son durak kara toprak derken, ölüme yakın

Ümit Kayaçelebi

Orhan Veli

Akşamüstüne doğru, kış vakti;

Bir hasta odasının penceresinde;

Yanlız bende değil yalnızlık hali;

Deniz de karanlık, gökyüzü de;

Bir acaip, kuşların hali.

 

Bakma fakirmişim, kimsesizmişim;

-Akşamüstüne doğru, kış vakti-

Benim de sevdalar geçti başımdan.

Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış;

Zamanla anlıyor insan dünyayı.

 

Ölürüz diye üzülüyoruz?

Ne ettik, ne gördük şu fani dünyada

Kötülükten gayrı?

 

Ölünce kirlerimizden temizlenir,

Ölünce biz de iyi adam oluruz;

Şöhretmiş, kadınmış, para hırsıymış,

Hepsini unuturuz.

ÖLÜMÜN SIRRI (Nazım Hikmet)

Ölümün sırrını sordum bir gence

Güldü de bu ani suale önce

Ölüm dedi, ölüm bir hiçtir bence

Gençliğimi yalnız aşk ile ördüm

 

Rast geldim ak saçlı bir ihtiyara

Lanetler ederdi bir eski yare

Sorunca ölümü dedi bir çare

Çünkü rüya gibi bir hayat sürdüm

 

Bu sırrı sormağa karar verdim ben

Hayatı hicranla dolu ölüden

Baktı boş gözlerle ayet okurken

Dedi ben hayatı ölümde gördüm

SESSİZ GEMİ (Yahya Kemal Beyatlı)

Artık demir almak günü gelmişse zamandan

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

 

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

 

Rıhtımda kalanlar bu seyahetten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,

 

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

 

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

 

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.

**

RİNDLERİN AKŞAMI (Yahya Kemal Beyatlı)

Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç;

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.

 

Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,

Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.

 

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan

Ve arkasından güneş doğmayan büyük kapıdan

 

Geçince başlıycak bitmeyen sükunlu gece.

Gruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,

 

Ya sevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül.

Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül.

**

YAŞ OTUZ BEŞ (Cahit Sıtkı Tarancı)

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün.

Delikanlı çağimızdaki cevher,

Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,

Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne?

Benim mi Allahım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünüyorsunuz;

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim:

Nerde o günler, o şevk, o heyecan?

Bu güler yüzlü adam ben değilim

Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;

Hatırası bile yabancı gelir.

Hayata beraber başladığımız

Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;

Gittikçe artıyor yalnızlığımız

Gökyüzünün başka rengi de varmış!

Geç fark ettim taşın sert olduğunu.

Su insanı boğar, ateş yakarmış!

Her doğan günün bir dert olduğunu,

İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!

Her yıl biraz daha benimsediğim.

Ne dönüp duruyor havada kuşlar?

Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?

Bu kaçıncı bahçe gördüm taruma.

N'eylesin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanamadın olacak

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak.

Taht misali o musalla taşında.

Yazarın Diğer Yazıları