
Kibirli kralın sonu
Ümit Kayaçelebi
Vehb b. Münebbih anlatmıştır:
Kralın biri bir yere gitmek ister. Giyinmek kuşanmak için elbiseler getirilmesini emreder, fakat hiç birisini beğenmez; ta ki hoşuna gideni bulana kadar elbise değiştirir. Sonunda hoşuna giden birisini giyer.
Ardından yağız atlardan getirilmesini emreder ve aralarından en hoşuna gidene biner. O esnada şeytan gelir, burun deliklerinden kibir üfürür ve bütün vücudunu gururla doldurur.
Sonra kral ardında askerleri ile birlikte halkın arasında kibirle yürümeye başlar, lâkin gururundan etrafındaki insanlara bakmaz bile..
O sırada üstü başı perişan, pejmürde kıyafeti ile birisi çıkagelir ve krala selâm verir, fakat kral onun selâmını almaz. Adam kralın kendisini dinlemesi için atının yularından tutunca kral:
-Bu ne büyük cüret! deyip yuları bırakmasını söyler. Adam:
-Benim senden bir isteğim var.
Kral:
-Sabret, ineyim öyle söylersin, deyince adam:
-Hayır, şimdi söylemem gerekiyor, der ve atının gemini iyice çekmeye başlar.
Kral:
-Söyle bakalım derdin neymiş, deyince adam:
-Bu sırdır ancak kulağına söyleyebilirim, der.
O zaman kral başını ona doğru yaklaştırır.
Adam kralın kulağına hafif bir sesle, “Ben ölüm meleğiyim” deyince kralın rengi değişir, dili dolaşır.
Bir ara kendini toparlar ve:
-O hâlde bana izin ver de aileme gideyim, ihtiyaçlarımı giderip onlara veda edeyim; sonra da canımı alırsın, der. Ölüm meleği:
-Hayır, Allah’a yemin olsun ki, bundan böyle aileni ve mal-mülkünü göremeyeceksin, diyerek oracıkta canını aldı. Kralın cesedi bir kütük gibi yere yuvarlandı.
SARAYIN EKSİĞİ
Rivâyete göre, hükümdarın biri, dillere destan muhteşem bir saray yaptırmıştı. Öyle ki, sarayın her odası ayrı bir güzellik sergisi, her köşesi ince tezyînatla işlenmiş ayrı bir sanat eseri gibiydi.
Hükümdar, bir gün ilim-irfan sahibi bir Hak dostunu saraya dâvet etti. Dâvete icâbet edip saraya teşrif eden misafirine sarayın her tarafını gezdirdikten sonra, sordu:
“–Efendim! Sarayı nasıl buldunuz? Görüşlerinizi almak isteriz.”
Hak dostu:
“–Sultanım! Sarayın dünyevî ihtişâmı gerçekten de göz kamaştırıyor. Her şey mükemmel!” dedi ve ilâve etti:
“–Sâde bir eksiği var!”
Bu cevâbı hiç beklemeyen hükümdar ise birden şaşırdı ve sonra hayretle:
“–Allah Allah! Efendim, bu sarayın eksiği nedir ki?”
O Hak dostu şu mânidar cevâbı verdi:
“–Bekası (kalıcılığı) yok!..”
“Yeryüzünde bulunan her canlı fânîdir. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâkî kalacaktır.”
Kartal ve kuzgun
Bütünüyle İlahî san’at harikalarından ibaret olan, ama tabiîdir zannıyla “tabiat” dedikleri âlemde her varlık, kendine has özellikleri ve güzellikleriyle yaratılmıştır. Akıl ve fikir sahipleri için bu âlem ibret levhalarıyla doludur.
Burada, herkesçe bilinen ve tanınan iki kuşu direkt anlatmak gibi bir niyetimiz olamaz. Ama bizzat yaşadığımız ve şahit olduğumuz bir gerçeği, kartal ve kuzgunu vesile yaparak direkt nazara verebiliriz. Gerçeğimiz de; doğruları yazmayı şiar edinen gazetemizin mazisi olsun.
Kartalla ilgili bazı atasözleri bile bizim gerçeğimize uygun düşüyor. İşte buyurun bir kaç tanesine beraber bakalım:
“Kartal için bir güvercini mağlup etmek bir şeref değildir.”
(İtalyan atasözü)
“Ormanda yere bir iğne düşse kartal onu görür, geyik onu duyar, ayı ise kokusunu alır.” (Kızılderili atasözü)
“Kartal gökte uçar, fakat yerde yuva yapar. “(Arnavut atasözü)
Millî kültürümüzde kartal; hürriyet, kuvvet ve zaferin sembolüdür. Ceddimiz, bu kuşa derin vasıflar yükleyerek, onu kültürel ifadelerimizin bir parçası haline getirmiştir.
Bir de; “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” deyimi vardır ki, şu mânaya kuvvet verir: Büyük bir zafer için her tehlike, hatta ölüm bile göze alınabilir. Sonunda büyük bir başarıya ulaşmak için yok olma tehlikesi bile göze alınabilir.
Bu deyimin en anlaşılır tatbikatını İspanya Fatihi Tarık Bin Ziyad göstermiştir. Kendi gemilerini yaktırarak, askerin geri dönüş düşüncesini ortadan kaldırmıştır. Çok etkili konuşmasındaki şu cümle her şeyi ifade etmeye yetmiştir:
“İşte önümüzde deniz gibi düşman, arkamızda düşman gibi deniz. Bir yol kalmıştır. O da; ya şehit olmak ya da Allah’ın izniyle muzaffer olmak!”
**
Kartala; “Yere düşmek gibi bir korkun yok mu?” diye sormuşlar.
O da gülmüş ve demiş ki: “Ben insan değilim ki, biraz yükseldiğim zaman kendimi beğenip havalara gireyim. Ben zirvedeyken gözlerim hep aşağıdadır.”
Kartalı gagalamaya cesaret eden tek kuş kuzgundur. Kartalın sırtına biner ve onunla beraber uçarken bir taraftan da gagalar..
Kartalın bu durumda yapabileceği pek bir şey yoktur. Kuzguna hiç karşılık vermez. Onunla savaşmaz. Kuzgun için enerji harcamaz.
Sadece kanatlarını açar, gökyüzünde daha daha yüksekten uçmaya başlar. Uçuş çok yüksektir. Kuzgun için sonun başlangıcıdır bu durum. Çünkü kuzgun kartalın uçtuğu yükseklikte oksijensiz kalır ve nefes alamaz. Sonunda en yüksekten aşağıya yuvarlanır. (Samimi ihlâsı kıranın kulenin başından sukut etmesini hatıra getiriyor. Maazallah!)
“Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. (…) Bu hılletin üssü’l-esası, samimî ihlâstır. Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.”1
Kartalın kuzguna karşı tavrından alacağımız ders şu olsa gerek: Size hücum edenlere, haklı veya haksız eleştirmeye çalışanlara cevap verip, enerjinizi harcamanız gerekmez. Onlarla zaman harcamayı bir kenara bırakın. Siz, sizde var olan gücü kullanın yeter.
Kaynak: Mikail Yaprak