
İstanbul efsaneleri 1
Ümit Kayaçelebi
Bilindiği gibi İstanbul, derin bir tarihî geçmişe ve çok çeşitli kaynaklardan beslenen köklü bir kültüre sahiptir. Büyük medeniyetlere başkentlik yapan İstanbul’un tarihinde yaşanan, insanların hayatlarında derin izler bırakan hemen her tarihî olay, her kahraman, her mimari yapı bu şehrin efsanelerine konu olmuş, toplumsal hafızaya efsaneler1 vasıtasıyla kazınmış, dolayısıyla eşine az rastlanır bir “efsaneler hazinesi” meydana gelmiştir. Bu hazineden birkaç örneği şöyle sıralayabiliriz.
İstanbul’un Kuruluşu: Melek ve Kartal
İstanbul’un kuruluşu ile ilgili yazılı ve sözlü kaynaklarda pek çok efsaneye rastlamak mümkündür. Bu efsanelerden birkaçı Hans Hermann Russack’ın “İstanbul ve Efsaneleri” adlı makalesinde yer almaktadır. Bu makalede İstanbul’un kuruluşuyla ilgili şu efsane zikredilmektedir:
Krizopolis’te (Üsküdar) rakibi Licinus’u yenen Konstantinos, bir gece rüyasında Roma İmparatorluğu’nun batmak üzere olduğunu gördü. İmparator, eski Roma’nın temelini kuran Ene’nin memleketi Ilion’a (Truva) gidip orada yeni başkentini kurmaya karar verdi. Burada, Roma’ya beşik olan Truva, eskisinden de güzel yapılacak ve Roma şehriyle imparatorluğunun yıkılmasından bu suretle kaçınılacaktı.
Kayser Konstantinos, Ajaks’ın mezarını merkez tutarak bizzat yeni başkentinin hudutlarını çizmeye başladı. Duvarlar yükseliyor, şehrin kapıları meydana çıkmaya başlıyordu. Tam o sırada Kayser bir rüya daha gördü. Paçavralara bürünmüş bir kadın kendisinden giyecek dileniyordu.
Tabirciler kaysere, başka bir yıkık şehri tekrar meydana getirmesini söylediler. Konstantinos son ve kesin zaferini kazandığı Khalkedon’u (Kadıköy) hatırladı ve Truva’nın yarı tamamlanmış duvar ve kulelerini olduğu gibi bırakarak, Khalkedon’da yeniden ölçüp biçmeye başladı. Fakat gökten inen görkemli bir kartal, kayserin elinden ölçü ipini kaptı ve denizi aşarak eski Bizans şehrinin kapısı önüne bıraktı.
Konstantinos Tanrı’nın işaretini anlamakta gecikmedi ve kartalın ölçü ipini düşürdüğü Bizans duvarları önünde tekrar işe koyulup yeni Roma’nın hudutlarını çizmeye başladı. Elinde mızrağı, ağır ağır yeni başkentinin hudutlarını adımlıyordu. Maiyeti, imparatorun denizden denize, Haliç ile Marmara arasındaki bomboş tarlalar üzerinde ne kadar geniş bir hudut adımladığına hayret etmeye başladı; “Efendimiz, daha nereye kadar gideceğiz?” diye sorduklarında, Konstantinos cevap verdi: “Önümden giden duruncaya kadar!” Çünkü imparatorun önünde, maiyetinin göremediği bir melek, durmadan yol gösteriyordu. Nihayet melek, Marmara kıyılarına gelince durdu ve imparator oraya mızrağını saplayarak şehrin hududunu çizmiş oldu. İşte İstanbul’un ilk hududu böyle çizildi ve surlar bu ilahi işarete göre inşa edildi.2
İstanbul’un kuruluşunu konu alan yukarıdaki efsane; Bizans’ın Konstantinopolis’inden, Osmanlı’nın İstanbul’una kadar yüzlerce yıl şehrin koruyuculuğunu yapan surların nasıl yapıldığı sorusuna cevap vermektedir. Onlarca kanlı savaşta kendini siper eden, İstanbul’un fethine tanık olan surlar, halk muhayyilesine göre; ilahi bir işaret sonucu inşa edilmiştir. Ayrıca Bizans imparatorları, efsanede geçen kartalı imparatorluklarının simgesi hâline getirmişler. Böylece bu ilahi gücün daima kurdukları şehrin ve yönettikleri imparatorluğun yardımcısı olduğunu vurgulamışlardır.
Kız Kulesi: Leandros ve Hero’nun Aşkı
Kız Kulesi, İstanbul Boğazı’nın Marmara Denizi’ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiş bir yapıdır. Kız Kulesi, Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. MÖ 24 yıllarına kadar uzanan tarihî bir geçmişe sahip olan kule, Karadeniz’in Marmara ile birleştiği yerde kurulmuştur. Bazı Avrupalı tarihçiler buraya “Leandros Kulesi” derler.
İstanbul’un en önemli sembollerinden biri olan Kız Kulesi, pek çok efsaneye konu olmuştur. Bu efsaneler sözlü ve yazılı kaynaklarda korunarak aktarılmaya devam etmektedir. Diğer çeşitlemeleriyle karşılaştırıldığında motifleri bakımından daha zengin olduğundan elektronik bir kaynaktan derlediğimiz bu efsanelerden biri şöyledir:
Çok eski zamanlarda, Üsküdar sırtlarında, aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit adına yapılmış büyük bir tapınak vardı. İşte, efsaneye konu olan, güzelliği dillere destan Hero, genç kızların rahibelik yaptığı bu tapınakta, kumrulara bakmakla görevliydi. Her sene, ilkbaharda tabiatı süsleyen, güzelleştiren tanrıça adına bir bayram yapılırdı. Bu ilkbahar şenliğine çevre şehirlerden, kasabalardan akın akın insanlar gelir, bayram süresince yenilir, içilir, eğlenirlerdi.
1- Kızkulesi (Pardoe)
Boğaz’ın öteki yakasında oturan Leandros adlı yakışıklı delikanlı da hayatında ilk kez bu bayrama katılmak üzere tapınağa geldi. Afrodit onun yakarışlarını duymuş olmalı ki karşısına güzeller güzeli Hero’yu çıkardı. İki genç birbirlerini görür görmez âşık olmuşlardı. Ama aralarında aşılması güç bir engel vardı. Bu engel İstanbul Boğazı’ydı… Leandros yaşadığı şehre dönmeden önce sevgilisine, aralarındaki denizin aşklarına engel olamayacağını söyledi. Eğer Hero, denizin durgun olduğu gecelerde kulede bir ışık yakarsa, Leandros yüzerek onun yanına gelebilirdi. Gerçekten de yaz boyunca iki sevgili denizin durgun olduğu her gece buluştular. Fakat yaz bitti, kış yaklaştı. Ilık esintiler yerini şiddetli rüzgârlara bıraktı. Denizin çırpıntıları birbirini izleyen iri dalgalara dönüştü.
2- Kıztaşı (Bartlett)
Bir sabah Hero, Leandros’u uğurlarken artık iki kıyı arasında yüzmenin tehlikeli olacağını söyleyerek sevgilisine bir süre gelmemesi için yalvardı. Leandros istemese de ona verdiği sözü tuttu. Ama Hero’ya olan özlemi gün geçtikçe büyüyordu. Kederini, acılarını azaltmak için her akşam oturup karşı kıyıyı seyrediyordu. Yine böyle bir akşam kulede yanan ışığı gördü. Sevgilisinin çağırdığını düşünerek kendini hırçın dalgaların içine bırakıverdi. Oysa ışığı yakan Hero değil, iki sevgilinin gizli gizli buluştuğunu fark eden tapınak yöneticilerinden biriydi. Hero’ya kavuşacak olmanın heyecanı içindeki zavallı Leandros, bir yandan azgın dalgalarla boğuşuyor, bir yandan ışığı yitirmemeye çalışıyordu. Tam Üsküdar kıyılarına yaklaşmışken ışık birden söndü. Denizin ortasında acımasız bir karanlığa gömüldü Leandros. Önce rüzgârdan söndüğünü sandığı ışığın yeniden yanmasını bekledi, fakat ışık bir daha yanmadı ve Leandros dev dalgaların arasında kayboldu.
Ertesi sabah Hero’nun cansız bedenini de tapınağın altındaki kayalıklarda buldular. Sevgilisinin ölümüne dayanamamış ona kavuşmuştu. Zamanla Leandros’un İstanbul Boğazı’nda kaybolduğu yerde bir kayalık oluştu. İşte Kız Kulesi, Leandros’la Hero’nun anısına burada inşa edildi.3
Kız Kulesi’ne benzer pek çok tarihî yapıya çeşitli ülkelerde rastladığımız gibi Kız Kulesi’nin nasıl inşa edildiğini anlatan bu efsaneye de dünyanın çeşitli ülkelerindeki efsane literatüründe rastlayabilmekteyiz.
Kıztaşı ve Cin
İstanbul’un çeşitli semtlerinde bulunan sütunlar, İstanbul’un tarihî, kültürel, dinî ve mimari dokusunu tarihin karanlık dönemlerinden günümüze taşıyan anıtlardır. Bu sütunlar etrafında oluşan efsaneler yüz yılları aşarak günümüzde bile gerek sözlü gerekse yazılı kaynaklarda anlatılagelmiştir. Derman Bayladı’nın, İstanbul’un Yüreğinde Tarihe Yolculuk: Anıtlar-Olaylar-Efsaneler adlı eserinde Kıztaşı ile ilgili çeşitlemelerine sözlü kaynaklarda da rastlayabildiğimiz şöyle bir efsane anlatılmaktadır:
Ayasofya’nın inşası sırasında genç bir kız sırtına yüklediği koca bir sütunla Ayasofya’ya gidiyormuş. Yolda karşısına aniden bir cin çıkmış ve kıza:
— Sırtındaki bu taşı nereye götürüyorsun? demiş. Kız da cine:
— Ayasofya diye bir kilise yapıldığını duydum. Çorbada benim de tuzum bulunsun diye ben de yüklendim bu taşı oraya götürüyorum, diye cevap vermiş. Bunun üzerine cin:
— Sen geç kalmışsın, kilise çoktan bitti. Sen o taşı aldığın yere bırak, demiş.
Kız çok üzülmüş ama çaresiz taşı geri götürerek aldığı yere dik bir şekilde bırakmış. Bir süre sonra kız kuşkulanmış. “Cin bana Ayasofya’nın bittiğini söylemişti ama ben gidip gözlerimle göreyim.” demiş içinden. Yola koyulmuş, Ayasofya’ya vardığında inşaatın henüz bitmediğini görmüş. O vakit kız cinin kendisini kandırdığını anlamış. Taşı almak için geri dönmüş. Fakat bütün çabasına rağmen, bu kez taşı bir tür¬lü yerinden kıpırdatamamış. Meğer cinin sözüne kanıp taşı sırtından bıraktığı için kızın tılsımlı gücü kaybolmuş. Böylece bu taş da bugünkü yerinde kalmış.
Pagan inançlarının izlerini taşıyan İstanbul’un gizemli sütunları, şehrin tarihî ve kültürel dokusunu geçmişin karanlık dönemlerinden günümüze yansıtan anıtlardır. Fatih’te, Kıztaşı Caddesi’nde bulunan Kıztaşı, “Markianos Sütunu” olarak da bilinir. Bizans döneminde İmparator Markianos (450-457) adına, Vali Tatiatus tarafından dikilmiştir. Üzerindeki başlıkla birlikte toplam 17 m yüksekliğe sahiptir. Üç basamaklı bir tabanın üzerindeki kaidenin kuzey yüzünde iki Zafer Tanrıçası figürü, çember içinde bulunan altı kollu bir haçı taşımaktadır. Sütunun Osmanlı dönemindeki “Kıztaşı” adı işte bu Zafer Tanrıçası kabartmalarından gelmektedir.
Devam edecek.
Kaynak: Ferhat Aslan