
Hıdır Abdal
Ümit Kayaçelebi
Zamanında İstanbul padişahının parmağında onulmaz bir yara çıkıyor ve o çağın tıbbi imkânları tedaviden aciz kalıyor. Bu yarayı iyileştirecek bir hekim bulmak için dört bir yana haberciler salınıyorsa da olumlu bir sonuç alınamıyor.
Rivayete göre, padişahın iyileşmekten umudunu kestiği günlerden birinde saraya şu haber geliyor: ‘Mamuratül-Azizin (Elazığ) Arapkir kazasına bağlı Ocak Karyesi’nde ikamet eden Hıdır Abdal adında bir derviş vardır. Bulsa bulsa padişahın derdine bu derviş çare bulabilir…’Bu sevindirici haberi alan padişah, Ocak Köyü’nde yaşayan bu dervişin İstanbul’a getirilmesi için ferman çıkarır ve bu iş için görevlendirdiği posta tatarına her konakladığı yerde yardım edilmesi için buyruk yazar. Bu emri alan tatar, denizyolu ile günlerce yol aldıktan sonra gemiden inip Giresun toprağına ayak bastığında hal ve hareketi ile dikkati çeken bir derviş görür ve onunla selamlaşıp, acele ile gitmek isteyince, derviş: ‘Acelen ne, niçin biraz nefeslenmiyorsun, böyle hızlı hızlı gidiyorsun?’ deyince posta tatarı: ‘Padişahımızın yarasına em (çare) bulacağını söyleyen Hıdır Abdal adında bir derviş varmış, onu bulmaya gidiyorum.’ deyince Hıdır Abdal: ‘O aradığın derviş benim ve ben de zaten İstanbul’a gidiyorum.’ demiş. Tatar: ‘Ey yüce derviş, gel İstanbul’a birlikte gidelim.’ demiş. Derviş: ‘Var sen gemiye bin git. Ben kendim varır, gelirim.’ demiş. Tatar, dervişten ayrılıp, gemiye gitmede olsun, Hıdır Abdal onun ardından seccadesini denize salıp: ‘Ya Allah’ deyip, kerametle çok kısa bir sürede İstanbul’a varmış. Padişahın sarayına gidip kendini tanıtmış ve padişahın huzuruna çıkmış. Padişahın yarasına bakmış ve demiş ki: ‘Padişahım, seninle birlikte sabahleyin iki rekat hacet namazı kılacağız. Seccadelerimizin altında bir tür ot bitecek. Merheminizi bu ottan yapacağım. Yaranız Allah’ın izni ile iyi olacak. ’Sabah olunca her ikisi birlikte seccadelerini yere serip namaza durmuşlar. Namaz bitince Hıdır Abdal padişaha: ‘Seccadenizi kaldırın padişahım.’ demiş. Padişah seccadesini kaldırınca altında ot bitmediğini görmüş. Hıdır Abdal kendi seccadesini kaldırınca altında ot yeşerdiğini görmüş. (Düğmecik otu derler ki, bu ot Ocak Köyü’nde mevcuttur.) Bu ottan Hıdır Abdal merhem yaparak padişahın yarasına sürmüş, yara kısa zamanda iyileşmiş. Hıdır Abdal Sultan’ın maddi ve manevi hekimliği sayesinde şifa bulan padişah çok mutlu olmuş ve onun bu iyiliğini karşılamak için: ‘Ey kutlu derviş, sana minnettarım. Dile benden ne dilersen.’ demiş. Hıdır Abdal: ‘Padişahım, benim dünya malında gözüm yok. Tek dileğim sizin sağlığınıza kavuşmanızdır.’ demiş. Bir süre sohbetten sonra saraydan dışarı dolaşmaya çıkmışlar. O sırada Hıdır Abdal’ın gözü saray kapısı önündeki binek taşına (mermer taş) ilişmiş ve padişaha: Padişahım ben sizden bu taşı isterim, para pul istemem.’ deyince padişah: ‘Ey derviş baba, Sen bu taşı ne yapacaksın? Hiçbir işe yaramaz. Dilersen ben sana mal, mülk vereyim.’ demiş. Hıdır Abdal taşta ısrar edince: ‘Buyur al senin olsun bu taş.’ demiş. Hıdır Abdal Sultan taşı keramet eliyle kaldırıp, ‘Bismillah’ deyip, uzaklara atmış ve peşinden: ‘Eyvah! Aşut’a (Kemaliye) düştü.’ demiş. Bu sözüyle attığı taşın Ocak Köyü’ne değil de Aşut’a düştüğünü söylemiş. Hıdır Abdal Sultan padişah ile vedalaşıp, kendisine ve evlatları adına yazılan fermanı alıp (ki bu fermanda Hıdır Abdal ve evlatları askerden, vergiden, öşürden muaf tutuluyor) Ocak Köyü’ne geliyor, irşad ve öğretisine devam ediyor. Vefatından sonra da Türk’ün ölümsüz nice anıtlarından ve en çok ziyaret edilen erenlerinden biri oluyor.
CİNLER
Köyün birinde çok sayılı bir hoca varmış. Hocanın bir gün işi çıkmış. Kendi köyünden başka bir köye gitmek için yola koyulmuş. Hoca bir süre gittikten sonra tepenin arka tarafından değişik sesler geldiğini duymuş. Merak edip atını o tarafa doğru sürmüş. Atından inmiş ses gelen yere doğru yavaşça yaklaşmış. Hoca gördükleri karşısında şaşırmış; değişik kılıklardaki yaratıklar kendi aralarında düğün yaptıklarını görmüş. Hoca dua okuyarak onların içerisine doğru yaklaşmış. Bir cinin üzerinde kendi kızının elbisesini görünce çok şaşırmış. Hemen cebinden bıçağını çıkarmış ve elbisenin eteğinden bir miktar kesmiş cebine koymuş. Dua okuyarak cinlerin yanından ayrılmış. Bir ara hocanın ayağı kaymış düşmüş. Bu sese cinler hemen hocanın etrafına toplanmışlar. Halka olarak oynamaya başlamışlar. Hoca çok korkmuş. Dua okumuş ve cinler ortadan kaybolmuş. Hoca korku içinde atına binerek evine gelmiş. Hoca biraz sakinleştikten sonra kızını çağırmış. Elbisesini getirmesini söylemiş. Kız elbiseyi getirmiş. Elbisenin bir kenarının yırtık olduğunu görünce hep birlikte şaşırmışlar.
Hoca kızına: “Kızım elbiseni ne zaman dolaba bırakırsan besmele çekerek bırak. demiş. Hoca korkudan bir ay konuşamamış ve iki ay sonra ölmüş.
Kaynak: Dr. Öğr. Üyesi Ruhi KARA