
Bitlis Malhan Hazinesi Efsanesi
Ümit Kayaçelebi
Efsaneye göre Bayındır Han döneminde Ahlat’ta fakir bir aile olan ana oğul yaşamaktadır. Ailenin geçimini ise çoban olan oğlan sağlamaktadır. Bir öğlen, Ahlat’ın meydanlık mezarlığı semtinde hayvanları yaydıktan sonra yemeğe oturan genç oğlan yemekten sonra dalgın bir şekilde eline aldığı bir dal parçasıyla toprağı deşmeye başlar.
Deşilen toprakta ufak bir delik açılır. Sonu gelmeyecek gibi görünen bu delik, genç çobanın merakını cezbeder. Çobanın iyice genişlettiği delik, bir kuyu hâlini alır. Kuyudan aşağıya doğru inen merdivenler bile gün yüzüne çıkmıştır. Bu merdivenlerden korku ve heyecanla inen çoban, kendisini büyükçe bir salonda bulur.
Salona açılan pek çok oda vardır ve bu odaların kapılarının üzerinde anahtarları durmaktadır. Odaların her birisini açan çoban, çeşitli süs eşyaları ve altınlarla dolu büyük bir hazineyi keşfettiğini anlar. Geldiği gibi hızlıca dışarı çıkarak deliğin ağzını kapatır. Yerinin belli olması için de sadece kendisinin anlayabileceği bir işaret bırakır.
Akşam annesine Bayındır Han’ın kızını istemesini söyleyen çoban, annesinin bütün itirazlarına karşı ısrarlı bir şekilde talebinde diretir. Anne, oğlunu kıramayacaktır. Bir sonraki gün Bayındır Han’a giderek kızını oğluna ister.
Fakir kadına bakan Bayındır Han, gülmekten kendini alamaz ve işi şakaya vurarak pek çok şahidin önünde "Eğer oğlun benim sarayım gibi bir saray yapar, bir altın mutfak takımı, bir altın kahve takımı, çeşitli süs eşyaları ve bir altın beşik getirir; bütün ülkenin davet edileceği, kırk davul ve kırk zurnanın çalınacağı, kırk gün kırk gece sürecek bir düğün yaparsa kızımı oğluna veririm!" der. Kadıncağız, yıkılmış bir hâlde oğluna bu şartları ilettiğinde genç çoban itirazsız bir biçimde bu istekleri kabul eder.
Kadının, oğlunun şartları kabul ettiğini ilettiği Bayındır Han gönülsüz de olsa söz verdiği için düğünü kabul eder. Çoban, Bayındır Han’ın bütün isteklerini yerine getirir ve dillere destan bir düğün yapılır. Bayındır Han bu esnada çobanın servetinin bir hazineden kaynaklandığından kuşkulanmaya başlar ve kızından bu hazinenin yerini öğrenmesini ister.
Anadolu Efsaneleri; “Bitlis Efsanesi”
İskender Asya seferinde Bitlis Çayı yöresinde konaklar. Başından yaralıdır. İyi olur düşüncesiyle mendilini çaya batırarak yaraya bastırır. İyi geldiğini görünce kaynağa doğru gider. Kentin şimdiki yerine gelince çayın iki kola ayrıldığını görür. Önce sağdaki Rabat çayı’nı izler. Rabat Çayı’nın suyu yarasına iyi gelmez. Bu kez şimdiki Hüsrev Paşa Çayı’nı izler. Hem içip, hem başını daldırdıkça sızısı geçer, yarası iyileşir. Çayın kaynağına varıp çadırını buraya kurar. Ertesi gün kumandanlarından Badlis’e buraya seferden dönene dek kendisinin bile alamayacağı bir kale yapılmasını emreder.
İskender’in ayrılışından bir süre sonra, kale tamamlanır. Sefer dönüşünde İskender, kale kapılarının kapalı olduğunu görür, açılmasını ister. Badlis kaleyi açmayacağını bildirir. Öfkelenen İskender kaleye saldırır, ancak bir türlü alamaz. Pek çok asker ölür. Sonunda çekilmek zorunda kalır. Hacılar Çayı’na geldiğinde, Badlis ve komutanlarının kendisini karşıladığını görür. İskender öfkeyle davranışının nedenini sorar. Badlis’de “sizin bile alamayacağınız bir kale yaptırmanızı söylemiştiniz, buyruğunu yerine getirdim. Yaptırdığım kaleyi siz bile alamadınız. Buyurun kalenin anahtarlarını”der. İskender komutanını bağışlar ve o günden sonra kale çevresindeki kente Badlis adı verilir.
Nemrut Dağı Efsanesi
Nemrut Dağı’nda yaşayan bir kral varmış. İnsanlar o dönemde bin yaşına kadar yaşarlarmış. Bin yaşına kadar yaşayan kralın beş yüz yaşında bir oğlu varmış. Kralın hayatı boyunca en fazla düşkün olduğu varlığı, tek oğluymuş. Kralın oğlu indiği Van Gölü kıyısında göle düşmüş ve boğulmuş. Bunu duyan kral çok üzülmüş. O kadar çok üzülmüş ki, yataklara düşmüş, hasta olmuş.
Hastalığına bir türlü çare bulunamamış. Ölüm döşeğinde olan kral bir gün hasta yatağından kalkmış, yüzünü Nemrut Dağı’na dönerek: "Benim oğlum yaşı beş yüz yaş. Hele ham tıraş. Bilseydim dünyada ölüm var. Koymazdım taş üstünde baş” diyerek haykırmış. Kralın bu haykırışı dağın taşlarında yankı bulmuş ve çoğalarak geri dönmüş. Kral bu olanlara daha fazla dayanamamış ve ölmüş,
Volkanik bir dağ olan Nemrut Dağı bu ayrılığa daha fazla dayanamamış ve üzüntüsünden patlamış. Bu patlama Nemrut Dağı’nın son patlaması olmuş. O günden sonra bir daha faaliyete geçmeyen dağın, kralın ve oğlunun yasını tuttuğuna inanılmaktadır.