
Bir Edremit masalı 3
Ümit Kayaçelebi
Çocukken iyi hatırlarım Şamran kanalı üzerinde bir köprü vardı ben orada ayakkabılarımı çıkarır o berrak ve ter temiz akan Şamran suyunda yaz sıcağında ayaklarımı serinletirdim. Köprünün hemen yanında da iptidai bir yazıhane gibi bir yer vardı başka yerlere gidenler orada beklerdi. Daha sonra 1959 da ipek yolu açılınca artık vasıtalar oradan gidip gelmeye başladı ve Edremit’teki yeni hayat sahilde şekillendi.
O yıllarda Edremit’te fazla bir nüfuz yoktu. Herkes de kendine yetiyordu. Kendi ihtiyaçlarını karşılıyor ve zaruri ihtiyaçları için o zaman şehre iniyorlardı. Dolmuş ve otobüs belirli bir zamana kadar olmayınca birçoğu Van’a yayan gidip geliyorlardı.
Türkülerde hani diyor ya
“Edremit Van’a bakar
İçinde Şamran akar
Öyle bir yar sevmişem
Her Gelen ona bakar..”
Diye uzayıp giden türkünün gerçekten Edremit’in ruhunun hissedildiği, kalbinin attığı, nabzının çarptığı yerdi Edremit. Çok Güzel insanlar vardı saymaya kalksam çok olur ama ben yine de bazılarını saymadan edemeyeceğim.
Refo dayısı ile, Hacı Dedosou, İzzet, Ferit Yusuf Erkut kardeşlerle Şerif babası ile Kabadayı Salihi (Salih Demir) ile selamlaştığımız canciğer insanların yaşadıkları ufacık ve içine kapanık şirin bir yerdi Edremit.
Böyle zaman tüneline daldık.
Benim her iki babaannemde (öz ve üvey) Edremitliydi. O yüzden bizim ailenin ve benim hayatımın en az çeyrek bölümü Edremit'te geçmiştir.
Yani Edremit'in bizim hayatımızda apayrı bir yeri, vardır.
İşte o 1950, 1960 ve hatta 1970’li yıllara kadar orada çok sıkı fıkı akrabalık bağlarımız vardı. En başta Refik Zümrüt amcamız olmak üzere hep biz Edremit gelir onlarda kalırdık Refik amcada bizde gelir kalırdı. Biz ona Vanlıların klasik kısaltılmış ismiyle Refo Dayı derdik. İşte kışın geldiği zaman o gece vakti soba çatır çutur yanarken cılız elektrik lambasının ışığı altında bele bi yayılır ondan sonra anlatmaya başlardı adeta filim seyreder gibi biz onu merakla dinlerdik. Sohbeti hoştu lafın ustasıydı mevzukardı.
O anlatır biz de bele can kulağı ile onu dinlerdik. İşte o z amanın halk hikâyeleri, Horasanlı Eba Muslim, Zaloğlu Rüstem, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun gibi birçok hikâyeyi anlatır bizde keyifle dinlerdik. Bezende Hazreti Âlinin işte Hayber Kalesi Cengi, Kan Kalesi Cengi gibi eski mübarek insanlara ait çirokları da anlatırdı. O yıllarda hikâyeye çirok denilirdi.
Rahmetli Refo dayı hikâyenin erbabıydı çok canlandırarak anlatırdı ki ben o yıllarda onun kadar çirok ta anlatım olarak ifade olarak canlandırma olarak bu tarzda başka kimseye rastlamadım
İşte böyle karlı kış gecelerinde Refo Dayı bize gelende evde bayram havası eserdi. Biz bilirdik ki yine bir eski hikâye daha dinleyeceğiz diye.
Allah gani gani rahmet etsin Refo Dayıya bu gün ne zaman hikâye desen o gelir aklıma.
Edremit’te de tıpkı Van sülaleri gibi buranın tanınmış aileleri vardı. Bayram Oğulları, Hayta başılar, Fur Oğulları, Cacimler, Akçaylar, Şahinler, Erkutlar, Baydaşlar, Gül Oğulları, Gülbaylar ve daha niceleri.
Elbette sayılacak çok değerli insanlar vardı ama buraya örnekleme olarak bazı büyüklerimizi yazdım. O kuşak dedeler kuşağıydı ve Edremit’in altın yıllarıydı zira onlar 1915 teki Rus, Ermeni işgalinden sonra gittikleri yerlerden sökün edip gelerek burada yepyeni bir hayat kurmak için çok zor şartlar içerisinde yeni bir Edremit’i ihya etmişlerdi.
Refo Dayısıyla Hacı Dedosuyla Ferit Babasıyla nice güzel insanlarıyla senelerce yaşadığımız birlikte olduğumuz yerdi.
Edremit insanların her zaman mesire için en çok gelmek istedikleri bir yerdi. Ulaşım da zordu ama biz kamyon arkasında şöyle böyle yinede gelmeye çalışırdık. Bağ ve bahçeler hepsi emrimizdeydi. İstediğimiz bahçede oturduk ama zarar da vermezdik. Yer içer kalkar giderdik. Gençlerde gelirlerdi Edremit’e onlarda kölların dibinde oturur çalar söyler alemleri sona erince çekip giderlerdi.
Gelsin dolmalar gitsin garnı yarığlar der tencereler kaynar semaverler kaynar pikabı olan plaklarını çalar bizim gibi olmayanlarda beleşten dinlerlerdi.
Edremit’te çoğu da Gadembas tarafına gider ama geç kalınca orada yer de bulunmazdı. Orası cazibeli yerdi çünkü hemen önünüzde kumluk ve deniz vardı.
Tahta iskelede ayaklarımı suya daldırıp o denizin dalgalarının sesini duymak o serinliği hissetmek bam başka bir şeydi.
Edremit üzerine söylenen bazı manilerde de Edremit’in gızlarından sitayişle bahsedilir bakın ne demişler;
<Erdemüt üç Bucağtır
Suları ılıcağtır
Erdemütten gız alan
Cenneti Bulacağtır>
Mani böyle diyor bizde varıp bu sualin cevabını Erdemüt’ten evlenenlere soralım bakalım onlar ne der?
Yine bir mani de;
<Masa masaya benzer
Masa odayı bezer
Erdemütün gızları
Aslik almaya benzer>
Şöyle bir şey var, Van da eskiden hemen hemen her bağ da bahçe de aslik alma ağaçları olurdu. Bu aslik almalar açık ve koyu renklerde böyle alacalı olurdu. Bizim Edremit’in kızlarının da bazılarının yüzü de öyle olurdu o yüzden öyle denilmiştir.
Ve yine bizim melleçi armudu da aslik alma gibi olmasa da adete genç kız yüzüne benzer bir durumda olduğu içindir ki bazen kızlara “gızım senin yüzün aynen melleçi armudu gibi> denilirdi.
Şimdi her şey orijinalliğini natürelliğini kaybettiği içindir ki ne o aslik almaya ne de melleçi armuduna benzer yüzlü gızlar da galmadı maalesef.
Yazının başında niye Erdemüt dediğime şaşırmayan burada eski yıllarda Edremit’e Erdemüte derlerdi.
Bir masal diyarı rüya diyarı hayallerimizin diyarı Erdemüte şu sıralar dozerler girdi ne bağ galdı ne bahçe.
Bağlarımız da bahçelerimiz de hayallerimizi de yıkıp geçti dozer denen canavarlar.
Artık Edremit desem nolur Erdemüt desem nolur?