Bir sabah uyandım, içimde bir rüzgâr,
Ne yana esse, orada kırık bir bahar.
Köşede bir kuyumcu, camekânda ışık,
Bir çift mavi göz, bir ömrü yakacak kadar sıcak.
Annemin soluğunda öksüz bir dua,
Elim kaşıkta, gönlüm bir rüya.
“Okusun” dediler, “altın bilezik taksın,”
Oysa kalbim, bir masala aşina.
Bir delikanlı geçti sokak başından,
Gözleri deniz, sesi yangından.
Bir “gel” dedi, dünya sustu,
O an kalbim kendinden kaçtı, unuttu.
Dayakla mühürlendi çocukluğum,
Ahırda sabahladım, yıldızlara sığındım.
Gitsem mi, kalsam mı, dedim sabaha,
Her dua, her yara düştü aynı yaraya.
Aşk mıydı, tuzak mıydı o mavi bakış?
Kurtuluş sandığım, meğer bir yıkılış.
Bir valiz, bir mektup, bir anne nefesi,
Gidene kor düşer, kalanın küle sesi.
Tren raylarında bir çift siyah göz,
Dönmek mi zordu, gitmek mi, kim çözer?
Bir gazinoda yanar çocuk yüzler,
Gülüşlerin ardında saklı binlerce sızılar, gizler.
Ayça, Havva, Hayat… adı ne fark eder,
Hepsi aynı yolun sessiz seyyahı.
Bir gidişin ardından dökülen her gözyaşı,
Bir kalışın sessiz ağıtıdır aslında.
Şimdi bilirim;
Gitmek cesaret ister, kalmak yara,
Ama en çok da
Kendinden gitmemek yakar insana…