Nurcan Çaçur

Küreselleşme ve kapitalizm: Tarihsel süreç, teorik temeller ve güncel yansımalar

Nurcan Çaçur

Giriş
Küreselleşme, 20. yüzyılın sonlarından itibaren neredeyse tüm dünyayı etkisi altına alan en kapsamlı dönüşüm süreçlerinden biri olarak tanımlanabilir. Ancak bu dönüşümü anlamak için, onu besleyen temel dinamik olan kapitalizmden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Atasoy’un (2005:11-16) da belirttiği gibi, küreselleşme sadece günümüzün bir olgusu değil; sanayi devrimi, modernleşme ve kapitalizmin tarihsel evrimi içinde şekillenmiş bir süreçtir. 19. yüzyılda kapitalizmin yayılmasıyla birlikte hem evrenselci idealler hem de milliyetçi hareketler güçlenmiş, böylece küresel bütünleşme ile yerel/kültürel direnç aynı anda ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla küreselleşme, tek yönlü bir homojenleşme değil; farklılıkların da canlandığı, çok katmanlı bir dönüşümdür.

Kapitalizmin Küreselleşme ile Buluşması
Kapitalizmin temel mantığı, sermayenin en kârlı alanlara serbestçe hareket edebilmesidir. 19. yüzyılda sanayi devrimi ile hız kazanan bu süreç, 20. yüzyılın sonunda bilgi teknolojilerinin devreye girmesiyle bambaşka bir boyut kazanmıştır (Bayraç, 2006). Atasoy’a (2005:14-16) göre, kapitalizm modernizmin ekonomik yüzüdür ve tarihsel olarak yalnızca Batı toplumlarının değil, tüm dünyanın ekonomik yapısını dönüştürmüştür. Küreselleşme, kapitalizme sınırları aşma imkânı vermiş; sermaye, üretim ve ticaret küresel ölçekte yeniden örgütlenmiştir.
Küresel kapitalizmin en görünür sonucu, ulusal ekonomilerin giderek daha bağımlı hâle gelmesidir. 2008 küresel ekonomik krizi, ABD’deki mortgage piyasasından başlayıp Avrupa’dan Asya’ya kadar uzanan zincirleme etkiler yaratmıştır. Bu durum, artık ekonomik krizlerin yerel değil küresel bir mesele haline geldiğinin kanıtıdır.

Serbest Piyasa ve Rekabetin Küresel Ölçeğe Taşınması Ne Anlam İfade ediyor? 
Kapitalizmin temel ilkelerinden biri olan serbest piyasa, küreselleşme ile birlikte uluslararası boyuta taşınmıştır. Malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımı; gümrük tarifelerinin düşmesi finans piyasalarının serbestleşmesi gibi adımlar, küresel rekabeti yoğunlaştırmıştır. Atasoy (2005:120-127), bu sürecin bir yandan gelişmiş ülkeler için yeni pazarlar, gelişmekte olan ülkeler için ise yabancı yatırım fırsatları yarattığını; ancak öte yandan yerel üreticilerin çok uluslu şirketlerle rekabet edemeyerek piyasadan çekilmesine neden olduğunu belirtir. Böylece küresel kapitalizm, ekonomik büyüme imkânı yaratırken, eşitsizlikleri de derinleştirmiştir.

Teknoloji ve Finansın Rolü
Bayraç’ın (2006) işaret ettiği gibi, bilgi teknolojileri temelli “yeni ekonomi” kapitalizmin küresel yayılımını hızlandırmıştır. Finans piyasaları saniyeler içinde trilyonlarca dolarlık işlem yapabilmekte, üretim süreçleri kıtalar arasında dağılmış bir şekilde yürütülebilmektedir.
Atasoy (2005:154-192) bu noktada “bilişim devrimi” kavramını kullanarak, dijitalleşmenin üretim ve iletişim süreçlerini hızlandırarak sermayenin mekânsal engellerini ortadan kaldırdığını vurgular. Örneğin, bir akıllı telefonun tasarımı ABD’de yapılabilir, parçaları Çin’de üretilip Vietnam’da monte edilebilir, yazılımı Hindistan’da geliştirilebilir ve tüm dünyada satılabilir. Bu parçalı üretim modeli, küresel kapitalizmin esnekliğini gösterir.

 Kültürel ve Toplumsal Etkileri Ne Yönde?
Küreselleşme ve kapitalizm yalnızca ekonomik yapıları değil, kültürel değerleri de dönüştürmektedir. Küreselleşme süreci “kültürel homojenleşme” ve “Amerikanlaşma” yönünde bir baskı oluşturur. McDonald’s, Starbucks veya Netflix gibi markalar, benzer tüketim alışkanlıkları yaratırken yerel kültürleri zayıflatabilir. Ancak Atasoy, bu sürecin tek yönlü olmadığını da ekler. Küresel homojenleşmeye karşı yerel kültürel unsurlar yeniden canlanabilir; el sanatları, yerel mutfak kültürü veya bölgesel markalar, küresel markalara alternatif oluşturabilir. Yani küreselleşme, hem kültürel erozyon hem de kültürel diriliş süreçlerini aynı anda tetikleyebilir.

Eleştiriler ve Alternatifler
Küresel kapitalizm, gelir dağılımını bozmakla, çevreyi tahrip etmekle ve ulus-devletin demokratik işleyişini zayıflatmakla eleştirilmektedir. Badie (2001), çok uluslu şirketlerin ulusal karar alma mekanizmaları üzerindeki etkisinin arttığını, bunun da demokratik temsil açısından ciddi sorunlar yarattığını belirtir.
Atasoy (2005:235-247), Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD merkezli tek kutuplu düzenin küreselleşmeyi bir hegemonya aracı olarak kullandığını, bunun da hem siyasi hem kültürel tepkiler doğurduğunu savunur. Çevresel açıdan ise, kapitalizmin büyüme odaklı yapısı ekolojik krizleri derinleştirmiş; bu nedenle “sürdürülebilir kalkınma” ve “yeşil ekonomi” gibi alternatif modeller gündeme gelmiştir.

Sonuç olarak değerlendirildiğinde, küreselleşme ve kapitalizm, birbirini besleyen ve güçlendiren iki temel dinamik olarak günümüz dünyasını şekillendirmektedir. Bu ilişki tarihsel köklere sahiptir; sanayi devrimi, modernleşme ve bilgi teknolojileri devrimi bu sürecin dönüm noktalarını oluşturur. Bir yandan teknolojik gelişme, piyasa genişlemesi ve ekonomik fırsatlar yaratılırken; diğer yandan eşitsizlik, kültürel erozyon ve çevresel yıkım gibi sorunlar da derinleşmektedir. Atasoy’un (2005) vurguladığı gibi, küreselleşme ne tamamen homojenleştirici ne de tamamen yerelleştirici bir süreçtir; tam tersine, bu iki eğilimi aynı anda barındıran, çok katmanlı bir dönüşüm dinamiğidir.

 

Yazarın Diğer Yazıları