Mustafa M. Atilla

Reklam arası sanki…

Mustafa M. Atilla

“Eskiden İnsan Başkaydı”

Bir zamanlar insanın ağırlığı vardı.

Bugünkü gibi değil, öylesine de değil,her yerde,her evde,her okulda,her sokakta,köyde kentte.

Bazen bir sokak lambasının altında, sararmış bir yaprağa bakarken hatırlıyor ağırlığını. Eskiden dünya daha yavaş dönerdi. İnsanlar birbirinin yüzüne daha uzun bakar, selam vermek kibarlık değil, insanlık sayılırdı.

Bugün bakıyorum da, herkes bir yere yetişiyor ama kimse varamıyor. Ne konuşmalar derin, ne duygular uzun soluklu. Her şey hızlı, her şey yüzeysel. Sanki hayatın kendisi bir reklam arası.

Bozulduk”mu bilmiyorum,

Ama öyle birdenbire değil. Yavaş yavaş, sessizce… Önce kelimeler değişti. “Merhamet” eskidi, “hırs” moda oldu. “Paylaşmak” zayıflık, “kazanmak” marifet sayıldı. Sonra gözlerimiz değişti. Bakışlarımızdan utanç çekildi, yerini arsız bir kendine hayranlık aldı. Artık herkes kendine hayran, ama kimse kendini tanımıyor.

Eskiden sokakta oynayan çocukların sesi olurdu, açık pencerelerden giren şenlik gibi. Şimdi ise sadece ekran ışığı…O çocuklar yok, onların yerinde telefonlara gömülmüş küçük bedenler var. Ne sokaklarda top peşinde terleyen çocuklar var, ne de bir elma ağacına tırmanan.

Köyler sessiz, şehirler gürültülü.

Ama garip olan şu ki: Sessizlikte huzur vardı, şimdi gürültüde bile yalnızlık var.

Bayramlarda sigara tutulurdu şekerle birlikte, sağlık bugünden daha iyiydi,hijyen kelimesi yok, bu günkü gibi zihinde başlayan temizlik kirliliği yoktu.

Önceleri insanlar başarmanın sessizliğini bilirdi. Bir işi iyi yapınca, içten bir memnuniyet yeterdi. Şimdi ise herkes bir adım önde görünmek istiyor. Her söz, her bakış, her paylaşım; sanki “ben senden daha iyiyim” demek için.

Bir zamanlar insan olmak, başkası için yaşamayı da bilmekti. Şimdi “ben” büyüdü, “biz” kayboldu. Hayat özçekim gibi: Hep yüzümüz var, ama içimiz yok.

Bozulduk, evet.

Ama hâlâ hatırlayanlar var. Anne annesinin dizinin dibini,dedesinin  kucağını,bir eski dostun mektubunu, bir yudum çayın yanında edilen uzun sohbetleri.

Hatırlayanlar bilir elbette,sadeliği,samimiyeti.

Belki de yeniden başlamak, hatırlamakla mümkün. Çünkü insan,unuttuğu kadar bozuldu.

Bir zamanlar insan, aynaya baktığında yalnızca yüzünü değil, içini de görürdü. Gözlerinin içi bir şeyler anlatırdı. Şimdi bakıyoruz ama göremiyoruz. Yüzümüz var, ama ifademiz yok. Kalbimiz atıyor ama ne için attığını bilenimiz yok.

Bir yerlerde unuttuk bazı şeyleri…

Bir sofrada paylaşmayı,

Bir sessizlikte huzur bulmayı...Ama ben şanslıyım,hala

daha iyi dostlarım var. Olacak da! ..berhudar ol diyeceğim vakte kadar ben değişmedim ki onlarda değişsin.

Bir zamanlar insanlar az konuşur ama çok şey anlatırdı. Şimdi çok konuşuluyor, ama kelimeler çarpıp duvara yere düşüyor. İçtenlik kayıp..Dürüstlük, artık “saflık” sanılıyor. Ve herkes akıllı olmanın peşinde,akıllı olmak ayrıcalıklı olmanın göstergesi sanılıyor.

Eskiden biri ağladığında, yanında durulurdu. Omzuna dokunmak, tüm kelimelerden kıymetliydi. Şimdi herkesin derdi var ama kimse kimseye derman değil. Herkes anlatmak istiyor, ama kimse kimseyi dinlemiyor.

İnsan kalabalıklaştıkça yalnızlaştı.

Konfor arttı, ama iç huzur kalmadı.

Her şey elimizin altında, ama elimizdekiler bize yetmiyor.Her şey var hiçbir şey yok sanki,senli benliler

sizli bizliler oldu,Rüyalar bile hatırlanmaz oldu.

Yollar kısaldı, evler büyüdü ama mesafeler uzadı.

Sevgi, ve mesaj basit bir emojide küçüldü.

Özlem, görüntülü aramalara sıkıştı.

Ve zaman..zaman hızlandı, ama anlamı azaldı.

Mektuplar beklenirdi. Haftalarca… Zarfın üzerindeki el yazısı, pul, postacı... Her biri heyecanın bir parçasıydı. Beklemek, iletişimin yarısıydı. Şimdi mesajlar saniyelik. Mavi tik olmuş mu? Görüldü mü? Cevap vermedi mi? Beklemek, artık neredeyse kişisel bir hakaret gibi algılanmaya başlandı.

Emojiler de;kızgınlık öfke,kahkaha gülümseme,gözyaşı

ağlama gibi onlarca yüz şekli, Leb demeden leblebiyi anlatıyor diye iletişimin olmazsa olmazı alışkanlığını edindik. Sanki halsiz,sanki hareketsiz,sanki bitkin kalmışız da ancak böyle derdimizi anlatabiliyoruz.

Çocuklar artık sokakları değil, ekranları ezberliyor. Toprağın kokusunu değil, şarj aletinin yerini biliyor. Biz bir şeyleri aktarırken, belki de asıl değerleri göz ardı edip bugün çocuklara lazım olacakları tümünden arkada bırakıp geldik.

Belki de insan, en çok kendine yabancılaştı.

Gülmeyi unutmadık ama içten gülmeyi unuttuk.

Yaşamaya devam ediyoruz, evet...

Ama yaşadığımız şey hayat mı? o bile belli değil.

Kıymetli okurlar.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları