Mustafa M. Atilla

Masal gibi hırsızlık hikayeleri

Mustafa M. Atilla

Masallar, gerçek veya gerçek üstü olayları,hayali varlıklarla,yahut evrensel temalarla oluşturduğu için anlatıldığı zaman,insanı hayal dünyasının içine sokar.bilhassa gözlerin kapatıldığı zaman.Ama hikaye öyle mi?değil, hikayeler 

gerçektir veya gerçeğe yakın olayları yansıtır, ayrıca zamanın tanığıdır,kişileri,mekanları,olayları, geçmişle bugünü, biz insanlara anlatmaya yarayan köprüdür. Ama hikayeleri dinlerken gözümüzü masal dinlerken kapattığımız gibi kapatamayız,

kapatırsak; masalın anlatılma amacına uygun uykuya dalar,uyuklar kalırız.

Her insanın,her yerin,ülkenin,zamanın,vs vs akla gelebilecek her şeyin hikayesi var ve çoğu ardında konuşulmaya değer izler bırakır.Unutulur veya unutulmaz,yutulur veya yutulmaz,hatırlanır veya hatırlanmaz sonuçta yaşanmış veya yaşanması muhtemel bir gerçekle hikayelerde yüzleşilir..

Yaşanmış bir hikayeden bahsetmek daha sonra bir hikaye,bir hikaye daha derken bugünkü yazım hikayelerle son bulmuş olacak.Belki ferahlık vermeyecek fakat  bu hikayeler sonuçta konuşulmuş

ve planlanmış olmalı ki gerçeklik kazanmış.

”Kişisel hedeflemeden de uzak tuttuğum bir yazı”...

 

Avrupa'da bir toplantı düzenleniyor fakat söz dolaşıyor 

geliyor Dünya'nın en zengin ülkesinin neresi olduğuna!

Saatlerce parmaklar kalkıyor,bu ülke,şu ülke diye.

Hayır olamaz bu ülkenin yeraltı kaynakları var daha zengin,

Hayır buranın teknolojide üstünlüğü var daha

zengin.

Hayır insangücü çok en zengin ülke burası diye vs bir el kalkıyor bir el iniyor,aralarında gürültülü konuşmalar

mikrofonlar da yankılanır halde iken, bir ses yükseliyor salonda,”The richest country in The Woolf is Turkey”

“Dünyanın en zengin ülkesi Türkiye'dir.”

Şaşkınlık oluşuyor salonda,yine mikrofonlar açık,yine sesler duyuluyor,nasıl olur,mümkün değil,hayır,olamaz.

Bay kohl; attınız ortaya bunu da,neye dayanarak söylediniz,durun efendim durun,o kadarda şaşırmayın

biliyorsunuz ben yıllardır araştırmalarımı insan hayatı,

yaşam tarzları, millî gelir, refah seviyesi,milli geliri kullanma, insanların bu konularda ki beceri ve potansiyeli konularında yaptım.Hala da yapmaktayım.

Açıklayayım…

Yaptığım araştırmalar neticesinde, Türkiye’de o kadar

hırsızlık vakası var ki, ülke çok uzun yıllardan beri,şöyle böyle değil, akıl almaz derecede, her geçen 

gün de artarak devam eden bu yöndeki girişimlerin 

ülkesi.. ve “hala ayakta,hala ayakta”,ben bu kadar hırsızlığın olduğu bir başka ülkenin ayağıda kalamayacağı kanaatiyle,en zengin  ülkenin Türkiye 

olduğunu sizlere söyledim.

İtirazlar gelsede onun gözünden; ülkemizde ki bu tuhaf durumdan bahsetmiş...Iskalamışmı?yoksa tamda hedeften vurduğuna katılayım mı bilmiyorum,inanıp da yanlı olmuyorum.

Yazıp yazmada tereddütlerim vardı,fakat yanlı olmasam da güneş balçıkla sıvanmaz.

Ben bu hikayeyi uzun yıllar önce okuduğum zaman adamın biraz abartmış olduğunu aklımdan geçirmiştim fakat bugün kendi düşüncem de bu yöne yöneldi. Siz kıymetli okuyuculara ne düşünüyorsunuz diye bir soru sormayı da uygun bulmuyorum..Sadece aileden başlayan tüm eğitim sisteminin  sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.

İkinci hikaye;

Küresel güçlerin sosyal medya üzerinden yaptıkları hırsızlık hikayesi.

Bugün farkında olmadan kullandığımız Facebook,

instagram,Whatsapp,konum bilgileri gibi uygulamalara kullanıcı olarak verdiğimiz kişisel bilgilerimizin detaylı

dökümleri,fotoğraflarımız,aile yapımız, mahremiyet ve bunun gibi birçok özeli dijital hırsızlıkla datalarına dosyalıyorlar.Yani çalıyor yaptıkları veri hırsızlığını ileride,gerektiğinde kullanmak üzere hikayelendiriyorlar.

Geri kalmış bizim gibi ülkelerde kullandıkça zevkten dört köşe oluyor, minnettarlık duygusu ile aklını kullanmamanın habersizliğini yaşıyoruz.Evinin mahrem 

köşesini,aile efradı ile birlikte yine mahrem giysilerle,

mahrem vücut hatları ile selfi çekip evet farkında olmadan umursamazca servis ediyoruz,ne olacak canım dünya çıplaklığa doğru gidiyor zaten düşüncesi hakim.Birçok kimsenin umrunda olmadığını da görüyor buna mukabil umrunda olan insanların varlığı da beni mutlu ediyor.

Üçüncü hikaye:

Hırsızın Çaldığı Şey

Gece saat 03:17.

İstanbul’un sessiz bir sokağında, kimsenin fark etmediği bir gölge süzülerek tarihi bir köşkün bahçesine girdi. Bu hırsız, ne altın ne de para için gelmişti. Onun tek hedefi… bir rüya idi.

Evet, doğru duydunuz.

Bu adam, nadir bulunan bir yeteneğe sahipti: İnsanların rüyalarını çalabiliyordu.

Bahçedeki çürümüş merdivenden usulca çıktı, pencereyi açtı ve içeri süzüldü. Odadaki yeşil gözlü adam derin uykudaydı. Onun başucunda duran eski müzik kutusunu açtı,kutudan çıkan notalar sessizce odanın içine yayıldı.

Rüyalar, müzikle açığa çıkıyordu.

Hırsız, cebinden camdan yapılmış küçük bir şişe çıkardı ve adamın göz kapaklarına dokundu. O anda rüya şişeye doğru akmaya başladı: Gençlik yılları, kaybolan bir asker,yanan bir gemi ve saklanan sırlar.

Tam o sırada yeşil gözlü adamın gözleri açıldı.

Gülümsedi.

 "Sonunda geldin… Seni yıllardır bekliyordum."

Hırsız donakaldı.

Yeşil gözlü adam fısıldadı:

“Bu rüyayı çalmak istedin. Ama aslında o rüya seni çağırdı."

Bir anda şişe çatladı ve rüya tersine akmaya başladı hırsızın içine.

Gözleri büyüdü. Yüzü değişti. Kendini 1923 yılında, başka bir yorgun adamın bedeninde buldu. Yeniden

varoluş hikâyesinin tam ortasında. Ve artık o hikâyeyi yaşamaktan başka seçeneği yoktu.

Çünkü bu rüya..tek yönlüydü.Yeşil gözlü adama aitti.

Her bir yaşanmışlık sıralı zamanda hikayelerde kendine yer bulur...Bizde bu hikayelerden anlam ve ders çıkarmaya çalışırız.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları