Maşuk Gültekin

Yüreği Elinde Barış İçin Sokak Sokak Gezen Barış Elçisi: 'Sırrı Süreyya Önder'

Maşuk Gültekin

Sırrı Süreyya Önder, sözcüklere sığmayan bir siyasetçi, senarist, yönetmen, oyuncu ve çok daha fazlasıydı. Sözcüklere sığmadığı gibi sözcüklerle yaralanmış bir elçiydi. Barış elçisiydi. Barış için varını yoğunu ortaya koyan ve bu uğurda da çok ağır bedeller ödeyenlerdendi. Ama hiçbir zaman onun dilinde umutsuzluğu duymazdınız. Umudun tükendiği en zor anlarda bile, umut yolu açar ve umudu yeşertirdi.

Umudu her ne kadar diri tutmaya çalışsa, aynı şekilde onun hayatında “Başaramadık” demekte yoktu. En zor zamanlarda bile “Yeniden Başarmak için deneriz.” diyen bir hayattı onunkisi.

Bazı insanlar vardır konuşmaları kadar suskunluklarıyla da çok şey anlatır. Sırrı Süreyya Önder suskunluklarıyla da çok şey anlatan bir kişilikti. Kişiliğini o kadar çok unvana sığdırmıştı ki hangisini söylesen ötekinin gönlü kalır. Siyasetçi, senarist, yönetmen, oyuncu, mizahçı, şair… O hepsinin ortak yaralarından süzülüp gelmiş, hepsinin ortak birleşimiydi.

Küçük yaşlarda cezaeviyle buluşması, acının merkezinde olması, faşizmle mücadele etmesi, zorlu hayat yolcuğu onun gülümsemesine bütün haliyle yansımıştı. En acı olayları bile mizahçı anlayışıyla, gülümseyerek anlatması buradan gelmektedir. Ve Sırrı Süreyya Önder, bütün acıları ciğerinin tam ortasında hissetmiş biriydi.

Sırrı Süreyya Önder; şiirlerinde, filmlerinde ve miting meydanlarında kurduğu cümleler hep toplumun yozlaşmış ve memleketin kaybolmuş gerçek izinden süregelen cümlelerdi.

Sırrı Süreyya Önder tam anlamıyla ne bir yere aitti ne de tam anlamıyla bir yerden kopmuştu. Kendi deyimiyle:” Bir Kürt ilinde doğmuş bir Türk’tü.” Fakat o uğruna her alanda en önde çarpıştığı barış bu ülkeye gelene kadar da bir Kürt’tü. Kürt dostu, Kürt yoldaşıydı. O terazinin iki ucundaki eşitlikti. Hem Kürt hem Türk’tü. Hem adalet hem de adaletsizliğin karşısında dik duran bir anlayıştı.

Sırrı Süreyya Önder sadece Kürtlerin ya da Dem Partinin vekili değildi. O bu ülkede yaşayan herkesin vekiliydi. Kürdün, Türkün, Lazın, Çerkezin, Arabın, Alevinin, Müslümanın, Hristiyan’ın vekiliydi. Sırrı Süreyya Önder; ağaçların, çiçeklerin, böceklerin, kuşların, nefes alan her canlının vekiliydi. Bunun en güçlü kanıtı Gezi Olaylarında ağaçları sökmeye çalışan iş makinaların önüne geçerek “Ben ağaçlarında vekiliyim.” demesiydi. İşte bütün bu yaşanmışlık süreci, onun terazisinin tam denge haline getirdiği güçlü bir kişilikti.

Sırrı Süreyya Önder, sadece milletvekili değildi. Filmlerdeki toplumsal hafızaydı. Toplumun yok olma eğilimindeki yozlaşmanın ve asimilasyonun en gür sesiydi. O korkuları bir tarafa bırakmış ölüm pahasına bile olsa meydanlarda hem öfkenin hem barışın hem de umudun en yalın sesiydi. Ve bütün bunları yüreğinde ve omuzlarında taşıyan bir miheng taşıydı.

Sırrı Süreyya Önder, hiçbir zaman düz, engebesiz, çilesiz yollardan yürümedi. Onun yürüdüğü yol tozlu, taşlı, dikenli, engebeli, çileli, ulaşılması zor bir yoldu. Ve onun hayatındaki bu zorlu yolculuk hiç şüphesiz onun kahkahasına da yansımış ve ağız dolusu kahkahasının ve mizahının arkasında her zaman bir hüzün, bir burukluk saklıydı.

Sırrı Süreyya Önder, her mağlubiyetten sonra küllerinden yeniden doğan bir anka kuşuydu. Onun için her karanlığın ardında mutlaka bir aydınlık vardı. O inancını, düşünü, umudunu, her zaman diri tutan ve düşünü büyüten bir tebessümdü.

Sevenleri kadar sevmeyenleri de vardı. Kimi onu bir kahraman ilan ederken, kimi de onu bir terörist ilan ediyordu. Kimi onu bir Barış Elçisi ilan ederken kimisi de onu Türk halkına karşı ihanetle suçluyordu. O bütün bu suçlamalara karşı bu ülkede umudun gür sesi ve adaletin vazgeçilmez savunucusuydu.

Sırrı Süreyya Önder, bu ülkede en zor olanı seçti. Yüreğini eline koydu sokak sokak barış için gezdi. Sırrı Süreyya Önder çölün ortasında yetişen umudun çiçeğiydi. Barışın sesiydi. Kuşkusuz o güvenin tam adresiydi. Öyle ki Öcalan’ın Barış Mektuplarını onun dışında okuyanı bu topraklarda bulmak çok çok zordu.

Sırrı Süreyya Önder; her zaman “Mutlaka bir gün kazanacağız” diyen bir inançtı. Barışın, umudun, özgürlüğün, adaletin ve toplumsal birlikteliğin inancıydı.

Sırrı Süreyya Önder; acıyı mizahla, kaygıyı şiirle, korkuyu umuda dönüştürmenin en yalın haliydi. Umudun keskin kalemiydi. Ve umut yeniden geldiğinde tüm ülkenin kaderini değiştirdi.

Sırrı Süreyya Önder, her kesimin derinden gelen sesinin yüreğiydi. Ve buda onu Kürtlere “Hemhal” olacak kadar Kürt halkının sesi yapmıştı.

Onun hikâyesi yüzyıllardır iktidarlar tarafından yok edilmek istenen halkların hikâyesiydi.

Kendisiyle üç kez aynı ortamı paylaşmama rağmen konuşma fırsatı bulamadım. Keşke azıcıkta olsa onun o gülümsemesini yakından görme fırsatı ve mizahçı konuşmasından bende nasibimi alsaydım.

İlk kez 2012 yılında olaylı geçen İstanbul Newrozundan sonra Suavi ve Pınar Aydınlar’ın verdiği konsere konuşmacı olarak katılmış. İstanbul’da çıkan olaylardan ötürü kendisinin üstü başı tuzlu ve biber gazlıydı. Kendi deyimiyle faşizmle mücadele edip gelmişti.

Yine tarihini hatırlamamakla birlikte İstanbul’da katıldığım Cumartesi Annelerinin Galatasaray Meydanındaki oturumuna katılmış ve faili meçhuller, kayıplar üzerine, Cumartesi Annelerine destek veren bir konuşma gerçekleştirmişti.

Son olarak ta Amed’te kutlanan tarihi çözüm sürecine denk gelen 2015 Newroz’unda Öcalan’ın “Barış Mektubunu” kendisi Türkçe, Pervin Buldan’da Kürkçe okumuştu. Ve o barış mektubunu okurken onun barış umuduna benimle birlikte alanda binlerce, ekranları başında ise milyonlarca insan şahitlik etmişti.

Sırrı Süreyya Önder, işte bu şekilde yüreğini eline alarak Barış için sokak sokak gezdi. Umudu ve Barışı yeşertti. Herkesin abisi oldu.

Sırrı Süreyya Önder’in tarihi en aydınlık olan, en şerefli, mazlumdan yana olmuş, onun yanında durmak, onunlarla yol yürümek büyük bir şerefin tarihidir.

Sırrı Süreyya Önder’in hikâyesi “Benim boynumu vursanız. Bir insanın rüyasını gördüğü, ninnisini dinlediği ana diline müdahale etmekten hayâ edenin hikâyesidir.”

Sırrı Süreyya Önder, helallik konusunda da bu ülkenin abidesi, abisiydi. O kadar kötülüğe, zorbalığa, haksızlığa, hakkı yenmesine rağmen mecliste onurlu, erdemli, sosyalist, vicdanlı bir başkanvekili olarak, eski içişleri bakanı Süleyman Soylu’ ya ve diğer herkese şu sözlerle hakkını helal etti: “Ruzi mahşerdeyim. Helallik ne ki benden yana kimin hakkı bana geçmişse helal olsun. Benim şahsı bir derdim yoktur olamaz. Hapishanelerde memlekettendir. Ama önemli olan bu ülkenin ortak geleceğini sağlamaktır. Hapishane arsızı olmuş insanlarız. Gir çık gir çık. Bir gün başkan vekili bir gün mahkûm bir gün hasta ne olacak? Bunlar bir şey değil. Önemli olan hakkım da helal olsun. Ben helallik bahsinde çok dayanıksız bir insanım. Bunu talep eden hiçbir insana bunu daha haram olsun demedim.” Diyerek herkesi helal edebilecek onura ve mütevaziye sahipti.

Sırrı Süreyya Önder’in hikâyesi koskocaman bir ülkenin yarasına merhem olacak bir hikâyeydi.

Hoşça kal, Umudun ve Barış’ın Elçisi,

Hoşça kal, Kürdün Hemhal dostu,

Hoşça kal, Türkün abisi,

Hoşça kal, Ağaçların vekili

Hoşça kal, Hapishane arzısı,

Hoşça kal, milyonlarca insanın toplumsal barışını sağlayan Sırrı Süreyya Önder…

Yazarın Diğer Yazıları