“Savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür” der Jean Paul Sartre.
Ortadoğu’da da ölen hep yoksullardır.
Çocuk ağlayışlarının, çığlıklarının susmadığı; kanın gövdeyi aştığı yerin adıdır Ortadoğu. Ortadoğu’da tarih boyunca kan, gözyaşı, çığlıklar hiç eksik olmamış. Öyle gözüküyor ki emperyalist devletler tarafından hiç de eksik bırakılmayacaktır.
Ortadoğu 21. Yüzyılın en büyük savaşlarına ev sahipliği yaptı, yapıyor. Bugünlerde ise İran-İsrail savaşı, iki devletin didişmesi baş göstermiş. İran-İsrail’e, İsrail-İran’a hemen hemen her fırsatta misilleme yapmaktan geri durmuyorlar. Bu iki devletin savaşına geçmeden önce geçmişte ne olmuş ona bakmak gerekir. Şimdi iki devleti savaştıracak karşı karşıya getirdiği sürece hep birlikte bakmanın fayda olduğu düşünüyorum.
2010 yılında Arap ülkelerinin çoğuna yayılan bir dizi hükümet karşıtı ayaklanmalar, protestolar, direnişler ve isyanlar baş gösterdi. Bu isyanların temelinde işsizlik, yolsuzluk, ekonomik nedenler ve özgürlükler baş gösteriyordu. İlk olarak Tunus’ta başlayan bu isyanlar daha sonra Libya, Mısır, Yemen, Bahreyn ve Suriye’ye yayıldı.Büyük şiddet olayları, isyanlar gerçekleşti. Bu ayaklanmalarla, isyanlarla birlikte milyonlarca insanın ölümü, milyonlarca insanın evini barkını bırakıp göç etmesinden ve yıkılan onlarca şehrin-kasabanın enkaz yığınına dönüşmesinden başka bir şey bırakmadı inşalara.
Emperyalist ülkelerin isyancıları desteklemesi sonucu Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Yemen’de Ali Abdullah Salih, Libya’da ise Muammer Kadafi devrildi. Bu isyanlar zamanla Fas, Irak, Cezayir, Ürdün, Kuveyt, Umman ve Sudan’a sıçradı. Yaşanan bu sürece “Arap Baharı” adı verildi. Arap Baharının son sıçradığı ülkelerden biri de Suriye’ydi. 2012 yılında Suriye iç çatışması başladı ve ülke kısa sürede karıştı. İç isyanlar, gruplaşmalar ve IŞİD’in yükselişi gerçekleşti. Şüphesiz en uzun çatışmaların yaşandığı ülke Suriye oldu. Kimler gelmedi ki Suriye’ye; ABD, Rusya, İran, Irak, İtalya, Fransa, Türkiye, Almanya, İspanya ve daha birçok emperyalist düşünceye sahip ülkeler adeta Suriye’ye deyim yerindeyse çöktüler. Bölmeler, bölüşmeler, parçalanmalar bir yanda, bir yanda da yeni güç gösterileri, yeni silah denemeleri, yeni bomba testleri ve beraberinde gelen kutuplaşmalar, iç isyanlar. Çok şiddetli çatışmalara ev sahipliği yapan Suriye tarih 8 Aralık 2024’ü gösterdiğinde muhaliflerin Şam’a girmesiyle Beşşar Esad’ın Baas Rejimine son verilmişti.
Beşşar Esad’ın Baas Rejiminin yıkılmasından sonra herkes sıranın kimde olduğunu düşünmeye, tartışmaya başlamıştı. İran mı, Irak mı, Kuveyt mi, Türkiye mi?
İşte bu bilinmezlik içinde tarih 7 Ekim 2023’ü gösterdiğinde İsrail-Filistin ya da diğer adıyla İsrail-Gazze savaşı patlak vermiş ve bu savaşla yeni bir süreç başlamış oluyordu. İsrail, Gazze’yi çoluk çocuk, genç yaşlı, hasta sağlıklı, kız erkek ve kadın demeden her taraftan vuruyordu. Yıkıyordu. Öldürüyordu. Ve bütün dünya bu soykırıma, bu katliama sessiz kalıyordu. İsrail hiçbir şekilde hukuk tanımıyor, her türlü hukuksuzluğu gözünü kırpmadan işliyordu. Savaşta bile bombalanması yasak olan hastahaneleri gözü dönmüşçesine bombalıyordu.
Bu İran-İsrail savaşının nedenlerinden biriydi. Bir diğer neden ise 1991’de başlayan Körfez Savaşı’dır. Bir diğer nedeni ise yazının devamında sizlere aktaracağım.
İran-İsrail savaşının bu duruma gelmesinin engellenmediği gibi, batılı devletlerin İsrail soykırımına sessiz kalması ve açık açık destek vermeleri, İsrail’in savaşta tek başına olmadığını, tek başına savaşmadığını apaçık göstergesidir.
Başta ABD ve İngiltere olmak üzere tüm desteklerini batılı devletler esirgemeden destek veriyorlar. İsrail’de kendisine sunulan bu destekten gayet memnun bir şekilde kan dökmeye devam ediyor. Ayrıca kendisini başta ABD ve İngiltere olmak üzere diğer Küresel Ekonomik Sermayenin Ortadoğu’daki temsilcisi ve gücü olarak görüyor ve bu sorumlulukla İran ve Gazze’ye saldırılarını hızla arttırıyor. İsrail bu sorumlulukla birlikte kendisini Ortadoğu’da, ABD’nin de küresel bölgelerdeki hegemonyasını oluşturuyor. Ve bu oluşumu İran üzerinde göstermeye çalışıyor. Bu hedefi batılı ülkelerden tam bir destek alarak, hedefine adım adım ilerliyor.
Savaş 9.gününde hiç hız kesmeden daha da alevlenerek, şiddetlenerek, yıkıma yıkım, ölüme ölüm katarak devam ediyor.
Gelinen nokta bizlere şunu gösteriyor; İran İslam Rejimini ortadan kaldırmayı hedefleyen ve İsrail’in Büyük Ortadoğu Projesinin ilk adımlarını atılmaya başlıyor. Söylediğim bu tezi hiç şüphesiz İsrail Başbakanı Netanyahu ve ABD Başkanı Trump her fırsatta dile getiriyorlar. Ve Trump’ın İran’ı her fırsatta nükleer silah kullanmakla tehdit etmesi rejimi değişmeye kararlı olduğunu gösteriyor. Gerçeği İran Cumhurbaşkanı MesudPezeşkiyan ve Dini Lideri Ali Hamaney de aynı sertlikle hem Trump’a hem de Netanyahu’ya cevap vermektedirler. Ve vatandaşlarını sokağa döküp güç gösterisi düzenliyorlar. Bu İran’ın güç gösterisi ve İran’ın var olan askeri gücü ne kadar etkili olur, ne kadar dayanır bunu zamanla öğreneceğiz. Unutulmamalıdır ki; İran’ın askeri gücü de hiç yabana atılacak türden değildir. Yeni füze denemelerinden İsrail’in savunma sistemin etkisiz kalması aslında İran’ın askeri gücünü bir anlamda gösteriyor. Fakat bu güç başta İsrail, ABD, İngiltere ve diğer emperyalist devletler karşısında ne kadar dayanır o bilinmez.
2010 yılında başlayan Arap Baharı ve yıllardır kanın, gözyaşının durmadığı ve durmasını istemeyen Emperyalist güçler ve küresel ekonomi sermaye sahipleri sıranın kime geldiğini açıkça göstermiş oldular. Hamas, Hizbullah, Baas Rejiminden sonra sıra İran İslam Rejimindedir.
ABD, İsrail ve İngiltere’nin ana hedefi; kendilerinin öncülüğünde küresel ekonomi sermayesi ya da başka bir ifade ile kapitalist modernite sistemi ile Ortadoğu’nun siyasal yapısını tümden yok etmek istemeleridir. Bu tez Arap Baharında, bu ülkelerin üstlendiği rollerle ve bu ülkelerin liderlerinin konuşmalarında çok açık bir şekilde kendini ele veriyor.
Körfez savaşının Irak ve Ortadoğu üzerindeki etkisiyle ortaya çıkan yeni siyasal yapılanmalarla; ABD’ye yapılan 11 Eylül 2001 İkiz Kule saldırısı ile ABD gözünü Ortadoğu’ya dikti. Ve cehennem olan Ortadoğu’nun ateşini daha da harmanladı. Bunu ABD’nin Afganistan’a girişi ve 2003’te Irak’a “Demokrasi getireceğiz” söylemi ile 2010 yılında başlayan “Arap Baharı”; ABD’nin gözünü Ortadoğu’ya döndürdü. Her sessizlik olduğunda ABD ve İngiltere öncülüğünde İsrail bu sessizliği bozdu. Ve onların istediği kaos ortamını oluşturdu. Bütün bunlara rağmen İslam ülkeleri İsrail-Gazze savaşında sessiz kaldı. Müslüman Kardeşler Harekâtı da bu baskılar karşında “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” misali ile direnmedi ve çoğu kez bu saldırılara alet edilerek kullanıldı. Her ne kadar bizler İran-İsrail savaşını asıl nedenlerini Körfez Savaşı ve İsrail-Gazze (Hamas) olarak bilsek de perdenin arkası bizlere şunu diyor: “İran’ı İsrail’e saldırtan neden İsrail’in Lübnan’ın Hizbullah ve Suriye’de BaasRejimlerine son vermesidir. Onların yıkılmasına perde arkasında destek vermesidir.” İşte söz ettiğim diğer neden de budur.
Şimdi herkes şunu soruyor. Bundan ne olacak? İran 2’ye ya da daha fazla parçaya mı bölünecek yoksa İsrail’in Büyük Ortadoğu Projesi mi gerçekleşecek?
Aslında bu iki durumda da karlı çıkacak tek taraf vardır oda Kapitalist Modernite’dir. İran rejimi süreci çok iyi okumadı. Ve Ortadoğu halklarına ölüm çığlıklarını yükseltti. Bu da küresel hegemonya sahiplerinin ve destekçilerinin işine yaradı. Bu da bizlere şimdilik şunu gösteriyor. 2010 yılında “Arap Baharı”yla başlayan birçok rejimin yıkılmasıyla devam eden bu yıkıcı süreç İran İslam Rejimini de yıkacak ve yok edecektir. ABD, İsrail ve İngiltere öncülüğündeki bu kapitalist güçler İran rejimini savaşla mı yoksa başka bir yolla mı yok edecekleri belli olmasa da. Gözüken odur ki; İran İslam Rejiminin de sonuna geliyoruz. ABD öncülüğünde batılı devletlerin İran’a uyguladığı açık ve gizli ambargolarda da bunu bir göstergesidir.
İran topraklarında yayılacak savaş ve rejim değişikliği elbette komşu ülkeleri de hem ekonomik hem de savaşın yıkıcı etkileriyle etkileneceklerdir. Türkiye’de bu ülkelerden biridir hiç şüphesiz.
Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Devlet Bahçeli bu gerçeği erken gördü ve Türkiye’yi Ortadoğu cehenneminde nasıl çekeceklerinin hesaplarını yaptı. Bahçeli’nin “Devletin beka tehlikesi var.” diyerek Türkiye’de sağlanacak iç huzurun, iç barışın hesaplarını yaptı ve önemine vurgu yaptı. Nitekim Bahçeli’nin grup toplantısında yaptığı konuşmayla Türkiye iç barışı ve huzuru yakalama konusunda yeni bir sürece evrildi. Bu önemli adım Türkiye ve Ortadoğu Barışı için yadsınamayacak kadar önemlidir. Devlet Bahçeli’nin çağrısı tarihi bir çağrıydı ve tarihi bir adımdı Türkiye halkları için. Dilerim ki bu tarihi çağrı, bu tarihi adı her yönüyle ele alınır ve Türkiye halklarını barışa kavuşturur. Ve bu tarihi çağrı Ortadoğu halkları içinde örnek olup; Ortadoğu kan bataklığında kurtarır. İran-İsrail ve İsrail-Gazze savaşlarına da öncülük edecek bir barış olur.
Unutulmamalıdır ki Filisti-Gazze halkı için İsrail ne ise İran Rejimi de Kürtler için aynıdır. MahsaAmini’yi katleden, binlerce Kürt insanın idamını onaylayan bu rejimi İsrail’den farklı zannetmeyin.
Zalim her yerde zalimdir. Gerek devlet bazında gerekse insan bazında bu değişmez.
Ve unutmayınız ki zulmün sonu yoktur. Herkes hak ettiği cezayı mutlaka alacaktır. İsrail’de, İran’da, ABD’de, İngiltere’de ve diğer batılı ülkelerde…