
Fikir Hayatımız
Faik Kumru
ilim yolu açar fikir fırsatı
alim inşa eder ruhi hayatı
Kalem erbabı olmak bir maharettir, gönül erbabı olmak ise bir insana bağışlanmış harika bir hakikat ve manevi bir hediyedir.
Herkes sahip olduğu kalem gücüyle güzel bir şeyler meydana koyabilir, güzel eserler vücuda getirebilir. Taşıdığı fikir ve zihniyet etrafında, bu fikre ve zihniyete ait güzellikleri kalemiyle herkese duyurabilir. İşte bu, kaleminin kuvvetini ve kudretini gösteren bir meziyettir.
Her insan kalem erbabı olabilir, lakin gönül erbabı olamaz. Gönül erbabı olmak, öncelikle kendi zihniyet ve düşünce dünyası dışındaki insanları da var saymakla başlar. İnsanları ötekiler haline getirmeden görebilmek, gönül ehli olan bir insanın en önemli vasfıdır. Kendi mahallesinin yanında diğer mahalleden insanların acısıyla da içlenmek ve bunun sancısını çekebilmektir.
Günümüzde fikir züppesi pek çoktur. Kendi aklını en iyi akıl, diğer akılları ise kendi aklı etrafında aydınlanan akıllar olarak görür ki işte bu, fikir züppesinin en bariz bir hususiyeti ve şifa bulmaz marazi bir özelliğidir.
Özellikle günümüzde ego, ben, nefis ve ene, koca bir balon gibi şişmiş ve sahibini bütünüyle yutmuştur. Ortada dağ büyüklüğünde bir ego var, ancak hamisi kayıp; insanlığını ve insani vasfını yitirmiş bir biçimde. Her insan, iyi seviyede şiir, hikaye, öykü, roman, deneme, makale, eleştiri vesaire yazabilir. Yazdıklarını imkanları nispetinde kitap haline getirerek okurlara duyurabilir. Bütün bu faaliyetleri edebi sahada güzel bir şekilde hayata geçirilebilir.
Bütün bunlar olurken, kaleme aldığı hususlara yönelik gerçekleri dile getirdiği, onları doğru bir şekilde dillendirdiği ve olması gerektiği gibi sosyal yaşama geçirdiği zaman, işte o zaman gerçeklik ve samimiyet olgusu kendini gösterir. Yazan insan, hem doğru yazmalı hem yazdığı doğruları gerçekçi olarak dile getirmeli hem de yazdığı o doğruları ömrüne taşıyabilmelidir, riyasız bir gönülle.
Tefekkürde bulunabilen her insan, taşımış olduğu kendi zihniyeti istikametinde fikir ve düşüncelerini meydana koyacaktır ama ötekileştirmelere girmeden bunu yapabilmelidir. Doğrular, ezber bozan bir hüviyet, mahiyet ve nitelik taşıdığından, her kalem ehli de bu hali içtenlikle dile getirebilmelidir her ortamda.
Her alanda dile getirilen millilik kandırmacasını ve sakat hamasi geleneğimizi birazcık olsun terk etmek zorunda olduğumuzun fark edilmesi elzem bir durum. Keza, milli bayramı çok olan bir milletin tarihinde bolca yalan ve palavra var demektir. Bu günlerin arka planında da birçok zulüm ve haksızlık gizlendiği bir gerçek.
Birine bayram ve sevinç olan gün, bir diğerine matem ve yas günü olabiliyor.
Kıyaslama ve sonrasında da insanları tasnif edip sınıflandırmak, işlemek ve fişlemek ta iliklerimize işlemiş sanki. Her şey keyfokrasi yörüngesi etrafında dönüyor günümüzde.
İki âdem karşılıklı konuşuyor; biri söylüyor, öteki dinliyor. Konuşma kendi akışında sürüyor. Biri, muhatabını şöyle biz süzdü ve devamında dedi ki: “O kadar çok fikri konuşmadan sonra senin hangi tarafta yer aldığını bilemedim, sen kimsin ve necisin?”
O da ötekine döndü ve dedi ki: “Ben sadece insanım, üzerimde bir tek kadim insanlık elbisesi var, hepsi bu.”
Sonra, “İnsan olmak, şu dünyada en büyük payedir. Bu, öyle büyük bir hazinedir ki harcasan da asla bitiremezsin.” dedi.
İnsanlar çarşıda, pazarda ve alışveriş merkezlerinde bir başına veya ailecek dolaşıyor; bazısının bir amacı olduğu gibi, bazısının da hiç mi hiç gayesi yok. Herkes gönlünü eğlendirmek için şaşkın şaşkın ve avare bir şekilde turlayıp duruyor.
Belli ki insanlar tez zamanda birbirinden bıkar bir hale gelmiş. Ne garip varlıklarız; bir şeyi çok arzulayan ama ona ulaşınca hemencecik büyüsünü kaybeden bir bilmece. O bilmece çözüldüğü vakit, ardında ne bir hatırası ne de bir ehemmiyeti kalıyor.
Uzun yıllar laiklik ilkesi hem yanlış uygulanarak hem de art niyetli kullanılarak, mutedil insanlar dahi marjinal bir hale getirildi. Ve sonrasında bu belirsizlik ortamında, onun karşısına bıçağını bileyip duran insanlar geldi ve herkes birbirinin başına bela kesildi. Teşhisin doğru konulması kadar, tedavinin de doğru yapılması çok mühimdir.
Ötekileştirmelerin bir ülkenin başına ne gibi belalar getirdiği, yaşadığımız hadiselerin diliyle zaman bize gösterdi. Ortak azami paydaların tespit edilmesi; bütün bir Anadolu insanının kucaklanması; kimsenin kimseye dirsek atmaması ve çizgi dışına çıkarılmaması; inanç temeli muhtelif ve sağlam olan bu ülkenin ve insanının bu hususiyetlerinin ve özelliklerinin göz ardı edilmemesi büyük bir önem arz etmektedir.
Kendi halkını öncelemeyen hiçbir siyasi hareket ve politik düşünce, bulunduğu topraklarda sağlam bir zemin elde edemeyeceği gibi, güzel bir gelecek de inşa edemez. Hangi politik veya siyasi düşünce sistemi olursa olsun, kendine inanan bir halk cephesi yoksa, o fikir hareketi kadük kalmaya ve nihayetinde de yok olmaya mahkumdur.
Ki kendi yaşadığı topraklarda, kendi insanına yabancı olan bir hareket, başlamadan bitmeye programlanmış sadece ufak bir demodur. Son tahlilde; her şeyin sadece siyasi bir zeminde çözülebileceği fikri, tek bir kelime ile fos ve temelsizdir. Ezilen, ötekileştirilen ve azınlık haline getirilen hemen hemen herkesin kazanılması olmazsa olmaz bir şarttır.
Fikri planda ikna edilmemiş insanlar asla ve asla halis ve gönülden birbirine el uzatmalar. Bu ihtimal gerçekleşse dahi göstermelik ve tiyatral bir rol gibi olur.
Bu kadim memleketin mümbit, bereketli ve verimli topraklarına müspet manada kendi otantik düşünce fidelerinizi ekmezseniz, başka birileri gelir ve size hiçbir iş için müsaade etmeyerek bulunduğunuz yerde hemencecik iflahınızı keser.