
Fikir Bariyeri
Faik Kumru
Bu tâbir, düşünen insanı baskılayan, fikirlerini açıkça ifâde etmesini engelleyen ve bunu îfâ eden insanların başka düşünce sâhillerine yanaşmasına mâni olan hem menfî hem müspet bir mânâyı sembolize etmektedir. Bu anlatım, özellikle bizim gibi baskıcı toplumlarda kendini hissettirmektedir. Düşünen ve konuşan insanı ötekileştiren toplumlarda bu gibi birçok kavram üretmek olasıdır. Hemen her meslek dalında ve hayâtın her aşamasında bu gibi olumsuzluk hallerini herkesin yaşaması kaçınılmazdır. Konfor alanlarını geniş tutan halk kitleleri, bu konfor alanını daraltan düşüncüleri ve dolayısıyle bu düşünce sâhiplerini sevmedikleri gibi, düşmanlaştırarak toplum dışına iter. Her dönemde yaşanmış ve yaşanacak bu tabiî hâlin kabul edilmesi, bu yola çıkan her fikir ehlinin atacağı ilk adım olacaktır.
Ön şartı bu misal menfîlikleri barındıran bu yol, dikenli olduğu gibi, kapanı ve tuzağı çoktur. Düşünmek ve bu düşünce istikāmetinde fikir beyan etmek, gelişmeye ayak direyen toplumlar nazarında kendine çekilmiş bir silâh olarak görülür. Diğer taraftan alışmış oldukları kural ve kāidelerin değişmesini istemezler. Yeni fikir cereyanları ile tanışmayı ve yepyeni kelimeler duymayı, kulağı rahatsız eden sesler ve söz yığınları olarak algılar. Bu algıyı değiştirmek çok zordur. Hâliyle bütün olumsuzlukları nazarı dikkate alarak yola revan olan her kalem erbâbı, yürüyeceği dikenli yolların zorluklarına göğüs gerebilmelidir.
Açılan her kapı ve her pencere insanların görüş alanına yeni manzaraları armağan edeceği için hem pozitif hem negatif ögeler içerecektir. Kişilerin bakış açılarına göre değişebilen hemen her görünen şey, ister olumlu ister olumsuz özellikler taşısın, mutlaka her insana bir katma değer sunacaktır. Kendi yeteneği ölçüsünde payına düşen hisseyi de alacaktır. Toplum içinde yapılan her gözlem ve deney, bu bakış açılarının değişik yönlerini yansıtacaktır. Dokuz ve altı sayısının bakış yönüne göre isim değiştirmesi, bu değişmez gerçeği göstermektedir.
Hiçbir insan aynı şekilde düşünmez, aynı ses tonu ile konuşmaz, aynı mimik ifâdeleriyle cevap vermez, aynı vücut hareketlerini sergilemez ve aynı şekilde bir benzerlik ile birbirine emsal ve eş olmaz. Herkesin kendine has bir kişiliği vardır ve bunun üzerinden kendi hayâtını inşâ eder. Böyle olmazsa hiçbir insanın ayırt edici bir özelliği mevcut olmaz. Durum böyle olunca, nasıl ki her insanın sîmâsı birbirine benzemez, vücûdunun işâret taşı olan parmak izi ve diğer nevi şahsına münhasır özellikleri de tamâmen farklıdır.
Şimdi bir insana insan demek ve onun şahsında bir kimlik tespiti yapmak için öncelikleri bu kişinin akıl yeteneğine sâhip olması elzemdir. İnsana bahşedilen bu kābiliyet olmazsa, diğer özelliklerinin pek bir önemi kalmıyor, yaşam hakkı hâriç. Bu zâviyeden bakınca, insan, taşıdığı fikir ve düşünce sâyesinde insandır ve bulunduğu toplum içinde de bir role sâhiptir. Düşünce dünyâsı olmayan ve gelişimini de tamamlayamamış birisi, mensup olduğu cemiyette kabul görmez. Akıl nîmeti insanın bizzat kendisi demektir. Kendine ikram edilmiş hassaları, duyguları ve hisleri fark edip onları inkişaf ettirmesi ve geliştirmesi gerekir.
Maddî ve mânevî yönden insanı güzelleştirecek menzil neresi ise, oraya giden güzergâhın önüne sayısız mânia, set, engel ve bariyer koyan birçok insan ve beşer düşüncesi olacaktır ve olmaya da devam edecektir. Kendi otantik kültürümüz içine yerleşmiş birçok misal verilebilir. “Su büyüğün, sus küçüğün.” gibi. Bu deyimler iki anlam barındırmasına rağmen, biz dâima menfî olanı seçmişiz ve müspet olanı göz ardı etmişiz maalesef. Düşüncenin devâvâ âlemine açılan kapıların önüne mutlaka bir bekçi dikmişiz, ilâveten bir de parola koymuşuz.
Şafak Nakajima Yaşam Doktoru kitabında üç maymunu anlatırken, bizim cepheden görünen anlamı üzerinde de durur. Bizdeki mânâsı, konuşma, duyma ve görme diye oldukça aşırı bir negatif anlam taşımaktadır. Oysa, Japon Koshin folk kültüründe bu üç maymun bilgeliği ifâde eder diyor. Mizaru, Kikazaru ve İwazaru isimleriyle remzedilen bu üç bilge maymun; kötü bakmamak, kötüye kulak vermemek ve kötü söz söylememek gibi müspet mânâların üzerinde hassasiyetle durur. Bir de bu üç bilge maymuna Shizaru ismiyle kollarını kavuşturan bilge maymunu ekleyerek, kötü şeyler yapmamayı temsil eder der. Bizim bakış açımız çoğu zaman bardağın boş olan tarafına odaklanırken, Japon kültüründe bu manzara bardağın yarı dolu olan kısmına, yâni olumlu yönüne odaklanarak düşünce dünyâsına birçok kapı aralar.
Bu kıyaslar ve karşılaştırmalar da gösteriyor ki bizdeki baskıcı zihniyet, hayâtın hemen her alanına yayılmış durumdadır. Bu eğri bakış, yanlış hissediş, doğruyu yanlış görme gibi marazî haller kişiliğimizle bütünleşmiş. Artı eksi kutuplar birbirini çekerken, bizdeki durum tam aksi yönde hareket etmektedir. Kötü olana odaklanıp onu kadrajına alan bir fotoğraf makinesi gibi, menfîlikler üzerine ihtisas sâhibi olmayı istiyoruz. Güneşin gireceği pencereleri açanlara düşman oluyor, ağız dolusu küfrediyoruz. Tezatlar içinde nefes alıp, zıtlar âleminde birbirimizi yiyoruz. Tükenen her şeyi sıfır olarak kabul edip, sanki hayâta hiçbir şey katmamış gibi çöpe atıyoruz. Bu çarpık bakışın tesiriyle eski de yeni de hiçbir mânâ barındırmıyor.
Bu topraklarda doğup büyümüş herkeste bu marazî ve aşırı görüş baskın bir durumdadır. Okumuş yazmış veya câhil cühelâ olması bu hakîkati değiştirmiyor. Herkesin her konuda söyleyecek muhakkak bir lâfı var. Dayatılan genel kabulleri saymazsak, konuşacak kelime bile bulmaları oldukça zordur. Okumaya alerjisi olan bir halkın, genel profilinin de böyle olumsuz yönde düşünüp davranması olağan bir durum olsa gerek. Teknolojinin bütün imkânları seferber edilmiştir. Her istenilen bilgiye ulaşmanın sâniyeler içinde olması, düşünce temeli sağlam olmayan kişiler için, büyük tehlikeleri berâberinde getirmektedir. Hemen her mâlûmâta ânında erişebilen herkes, edep terbiye yoksunu ise, doğru yanlış demeden ağzından lâf kalabalığı kusuyor. Bizim gibi toplumların "Ben bilmiyorum." demesi çok az vukū bulan bir olay. Herkes her konuda âlim. Herkesin her konuda konuşacak bilgisi var. Bu ukalâ tavır, her insanı zehirli ağına alarak yavaş yavaş câhil büyük bilgincikler hâline getiriyor.
Bu hal, çok acınası bu durumdur. Niçin herkesin her konuda konuşacak bir sözü olsun? Niçin illâ ki her kelimeye bir karşılık söz etsin? Niçin bilmediği bir konuda edep içinde susmayı denemesin? Niçin câhili olduğu bir bahiste âlim kesilir? Niçin herkese lâf ebeliği yapar? Niçin bu konuda herhangi bir fikrim veyâhut bir bilgim yok demez? Niçin kendini biliyormuş gibi göstermek için, komik durumlara düşer? Niçin ağzını kapatmayı bilmez? Niçin susmanın da büyük bir âlim vasfı olduğundan haberdar değildir? Niçin büyük bilgelerin, devâsâ âlimlerin "Bilmediğimi ayaklarımın altına koysam, başım göğe değer." dediğinden nasîbini almaz? Niçin bu kadar küstah olmak zorunda hisseder bu câhil kitle ve bu gürûhun efsunlanmış mukallitleri? Niçin şom ağzını biraz yummaz? Niçin içindeki pislikleri meydana dökerek insanları tiksindirir? Niçin çirkin sesiyle insanın iç dünyâsını karartır? Niçin haddini ve hudûdunu tâyin edemez? Niçin bir bilene sorayım demez? Niçin kendi çirkin yolunu en sağlam ve en geniş görür?
Niçinler o kadar çok ki hepsini kapsayan bir soru kitapçığı hâline getirsek dahi, istisnâsız tamâmı cevapsız kalacaktır. Kendi fikirsizliğini rehber edinen bu zavallı kişiler, başka insanların açtığı düşünce pencerelerini taşa tutmakla meşgul. Elleri kolları yorulmadan ha bire sapan atmaya, taş fırlatmaya ve tuttuğunu da dişlemeye devam etsin ama bu sürecin sâdece kendilerine bakan tarafını görme gibi bir gaipliği yaşadıklarını fark etmeleri de beklenmiyor. Herkes karakterinin ve zihniyetin gereği ne ise onu yapıyor ve onu da hayâtına taşıyor. Bütün çirkinliğini meydana seren bu düşünce kātillerinin her güzeli ve her güzelliği öldürmeye ne güçleri yetecek ne de tükenen zamanları onlara müsâade edecek.
Temiz kaynaklardan fışkıran billûr sular yine akmaya devam edecek hem karanlıkta hem aydınlıkta. Bu devri dâimi değiştirmeye kimsenin gücü yetmeyecek. Damlalardan deryâ olurken, bütün deniz canlıları bu güzellik içinde yaşayıp nefes alıyor. Oysa insanoğlu tek bir damla içinde boğulabiliyor.
Bu kadar geniş bir kâinat içindeki ufacık dünyâda ömür sayfalarını çeviren insanoğlunun elini birileri sürekli tutuyor. Yeni sayfalar açmasını engelliyor. Yeni düşüncelere pencere açmasına mâni oluyor. Kendinin giremediği ilim kapılarının girişine bariyer koyuyor. Her nerede bir güzellik oluşması için yeni bir sayfa açılmışsa hemen yırtmaya yelteniyor. Kendi penceresinin en temiz olduğuna inanıyor. Her düşüncesini de bu yönde sergiliyor. Yazık kelimesini sâdece acıma hissini ifâde etmek için kullanıyor. Kendi acınası hâlini görmüyor. Bu kelimeden de nefret ediyor.
Fikir atölyesinde birbiri arkasına hayat bulan yeni düşünce dünyâlarını görmezden geliyor. Bu dünyânın insanları kalın kafalı ve ahmak olduğu kadar nobran ve kaba bir karaktere de sâhip. Fikir çilesi çekmediği gibi bu dergâhın çilekeş dervişlerini de pek sevmiyor. Dolayısıyla bu geniş âlemin lisanına âşinâ değil ve yakın da olamıyor. Olmasını da beklemiyoruz. Her rengi kara gördüğü gibi, her mekânı da huzursuz addediyor. Huzur kelimesinden anladığı sâdece kendi mutluluğu üzerine kurduğu bir dünyâdır. Bu yetmezmiş gibi sâdece kendi rengini ihtivâ eden bir gözlük taktığı için diğer renkler hiç tanıdık gelmiyor.
Bu sâhanın menfî yanları yanında müspet taraflarını da görmek ve keşfetmek lâzım. Olumlu yönlerini de şu pencereden seyretmek mümkün. Her fikre ve düşünceye konulan bariyerin tam aksi istikāmetine yürüyerek de yeni yollar keşfedilebilir. İnsanın sâdece üzerinde yürüdüğü ve önünde gözüken yol tek seçenek değildir. Her yöne ve her cepheye pencere açmak mümkün. Bakış açılarını değiştirebilen her göz, bu yeni yolları da görmesi gerekir. Bir düşünce odasının içine, üç yüz altmış derece dönerek yeni pencereler açabilir yeteneği çapında. Önüne her engel çıktığında geri dönen biri, henüz yola çıkmamıştır. Çıkılmayan yol sâhipsiz kaldığı gibi, o yolun ne olduğunu îzah edecek biri de bulunmaz. Bilinmeyen ve bulunmayan her şey insan için kayıptır ve bunun telâfisi yoktur.
Önüne konulan her engeli aşanlar ki hedefine ancak onlar ulaşabilir. Her düşünceye ket vurup mâni olmaya çalışan bilinçli veya bilinçsiz her şahıs, sorgusuz ve sualsiz reddedilmelidir. Fikirlere bariyer olan her şahıs, insanın ufkunu kapatan karanlık bir perdedir. O kara perdeyi açmadan ışık almak ve etrâfı temâşâ etmek mümkün değildir. Yeni manzaralara âşinâ olmak ve görüş zâviyesini genişletmek, tek bir olumlu harekete bakmaktadır. O da bildiğin ve doğru kabul ettiğin düşünce döngüsünde kendinden emin bir vaziyette yol almaktır.
Kınamalar, bu müşkül ve çetin yoldaki en büyük bariyerlerden birisi olacaktır. Her kınayan, kına yakmaya devam etsin. Ne isterse onu yaksın istediği yerine. Kendi gemisinin dümenini başkasına teslim eden, istediği hedefe asla varamaz. Dümeni sağlam tutacak ve rotayı doğru belirleyecek olan insan ki istediği gerçek menziline er geç varacaktır. “Yoldan dönenin kaşığı kırılsın.” demenin yanında, bu düstûru ve ana kuralı da hayâtına taşıması elzemdir.