Faik Kumru

Eski Sevdalar

Faik Kumru

Elimizde kurşuni fener, yitik sevdaları arıyoruz koyu karanlıklarda. Eski defterlerin arasına saklanmış çiçekleri, herkesten gizlenmiş gönül kokusu mektupları özlüyoruz. Nerede kaldı o eski güzellikler, şimdi hangi dipsiz kuyularda, bulabilirsen ara dur. Ne kadar samimiyet kokan bir dünya idi. Hepsi birbiri ardına habersizce kaybolup gitti.

Ütopyalardaki kayıp cennetler misali, herkesten uzaklarda yitiklerimiz. Ben yoktu, biz vardı. Telefon ekranlarından mesaj trafiği mevcut değildi, sevdanın kalem kokan eli vardı. Sevgiliye iştiyak dolu satırlar vardı. İki yüzlü davranışlar bilinmezdi. Her iki tarafta, tatlı tebessümler, karşılıklı güzel sohbetler ortamı ısıtır ve sımsıcak yapardı.

Haline bakıp da her şeyden şikayet eden insan sayısı çok azdı. Elindeki imkanlar dahilinde, olmayanı bile arayıp meydana getiren gözü gönlü tok birçok insan bulunurdu. Dirsek atmanın çirkinliği değil de iki elin tokalaşmasının sevimliliği herkesçe aşikardı.

Sevdalar, ekranlara hapsoldu. Eskiden, mektup gelirdi aşk ve sevgi tüten. Satırların arasında herkesten havadis vardı. Resimlerin kadri kıymeti vardı; paha biçilemezdi. Telefonlarımızda ve bilgisayarlarımızda yüzlerce resim bulunmakta lakin pek bir değeri kalmadı artık.

İlla ki resim elimize değecek. Mutlaka resim albümlerinde sıra sıra hatıra kareleri bizlere göz kırpacak. Tozlu raflardan, sararmış mektup zarfları bize gülümseyecek. İnsanın eskiye, mazi tarafına özlemi seneler geçse de hiçbir zaman bitmeyecek.

Kitap sayfası, defter yaprağı elimize kendine has kokusunu sindirecek. Kalem elimizde volta atacak. Kelime bazen bize diklenecek, kafa tutacak. Hislerimiz bize isyan edecek. İhtilal saati, gönül memleketinin saat kulesinde çın çın ötecek ve hassas yürekler kulak kesilecek.

Ha bugün ha yarın, ne varsa yeniye dair çöp sepetine atılacak. Eskiye ait her ne varsa baş tacı edilecek. Madde ile maddiyat da ruha yenilgisini ilan edecek. Yüzü cilalanmış eşya, bakıra  sürülmüş altın foya tamamen dökülecek, sahte olan her şey yalancı olduğunu itiraf edecek.

Madde ki hiçbir insanı mutlu edemedi. Modern zamanlar, insanlığa aydınlık bir çağ açamadı. Teknoloji, ilerleme sağlasa da götürdüğü insani değerler dağlar azametinde. Hem bugün hem yarın, yeni olarak sunulan hiçbir şey değer bulamayacak. İnsanın eskiye hasreti, eskiye biçtiği önem hiçbir zaman eksilmeyecek.

Antika nasıl ki her devirde kıymet barındırıyorsa, insanı insan yapan temel değerler de cevher gibi işlem görecek. Mala mülke, paraya pula, altına gümüşe, atlasa libasa, ipeğe şala vesaire hangisine ehemmiyet verilirse verilsin, hepsi bütünüyle zibil, çöp olacak.

Eski sevdalar, eski kıymetler, eskimeyen eskiler ki insanlığın önündeki en selametli güzergah olacaktır. Öncesinden belirlenen güvenli yol, değerler silsilesini her vakit en önemli hedef yapacaktır. Sebepler planında adım adım felaketine yürüyen insan nefsi, toslayacağı duvarı kendi ihtiyarı ve kendi eli ile inşa etmektedir.

Sanatımız vardı; insana insan olma hususiyetini hissettiren, kazandıran iksir. Bir yerde sanat yaşatılmıyorsa, dili dudağı tutsaksa, o yerde insanın yaşaması imkan haricindedir. Ellerimiz çok kirli, kalbimiz kaskatı, yüreğimiz kasvetli, gönlümüz sisli dumanlı, vicdanımız çürümüş ve ömür sermayesini yolunda tükettiğimiz asıl hedefimiz ise bütünüyle meçhul.

Eski sevdalarına gazel diziyor, ağıt yakıyor, türkü çığırıyor lakin bu yönde gösterilmesi elzem olan çabayı sergilemekten imtina ediyor insanoğlu, kaçıyor da kaçıyor. Ah zavallı kimsesiz kalabalıklar, dipsiz uçurumun kenarında mutluluk dansı yapıyor. Ayağı kayan, yardan aşağı yuvarlanıyor. Ahlar, vahlar, bir koro halinde kulaktan kulağa sarhoş narası gibi yayılıyor.

Sen ben kavgası, her güzeli ve güzelliği büsbütün katlediyor. Güzel iklimlere hazan havasının gri pusunu boca ediyor. İlkbaharın ve yazın sımsıcak nefesine o kadar muhtacız ki en ufak bir çaba göstermeyi zül kabul ediyoruz. Diğerkam yüreklere kulak vermek ise en büyük vazife.

Enaniyetin, ben’in, egonun çoğaldığı mekanlar çok kalabalık; bizlerin, uyumlu çoğunluğun olduğu gönül cenahı ise çok zayıf. Yenilgiler fertlerden ziyade topluluklar içinde yaşanıyor. Zelzele gibi içtimai, sosyal çalkantılar her yeri yerle bir ediyor.

Zeki kişilerin yanılma payının yüksek olmasına karşın, normal kişilerden teşekkül etmiş bir heyetin, her alanda başarı bayrağını en yükseğe dikmesi çok büyük olasılık. Bu hâl, sıra dışı  bir vaziyet değildir. Fizik kanunları gibi gerçek bir hakikati temsil etmektedir.

Çözümsüz sorunlar yumağı, insanlığın incecik boynuna dolanmış, her saniye dayanılmaz acılar yaşatıyor ve işkenceler ediyor. Elinde kelepçe, ayağında pranga, dilinde yasaklar, zihin dünyasını işgal eden gereksiz hayaller, egonun esaretinde bir insan; distopya.

Yitik sevdaları örten ve mutluluk vadeden ancak huzur veremeyen zengin hayatlar. Yeni ve pahalı teknolojik imkanlar her yerde arzı endam ediyor ama cennet misali yemyeşil iklimlere yelken açtıracak eskimeyen insani değerler kadar insanın gönlünü serinletemiyor.

Her yitik sevda, beşerin içindeki öz, fıtratının mütemmim cüzü, tamamlayıcı parçası. Bu yitik sevda yolculuğu, insanın aslıyla bütünleşmesi, esas hüviyetine kavuşması, yaratılışının fabrika ayarlarına tekrar döndürülmesi seyahati.

Erzurumluların Arapça Türkçe karışımı bir tekerlemesi var; “Et-tekraru hasen, velev kane yüz seksen”, “Tekrar güzeldir, yüz seksen tane bile olsa.” İşte yitik sevdamızın şarkısı. Bıkmadan ve usanmadan güzel olan her şeye yapılan bir çağrıdır tekrarımız.

Yazarın Diğer Yazıları