Faik Kumru

Adâlet ve Siyâset

Faik Kumru

siyâseti sağladım bütünü hırsız çıktı

dedim bir de sollayım cümlesi arsız çıktı

İyi ve güzel insanlar mîras olarak temiz hâtırasını, kötüler de kirini ve lânetini bırakır.

Siyâset ve adâlet, bu iki kavram hem bir memleket hem bir millet için hayâtî önemi hâiz bir mevzû. İstisnâsız herkesin hayâtına ve hatta yaşamının her karesine dokunan bir tarafı var. Bu hakîkati hiç kimse inkâr edemez. Bu gerçeği sâdece akıl yetisini kullanamayan embesil, andaval ve bir ahmak fark edemez. Şimdi gerçek bu iken, bu meselenin önemi konusunda da yeteri miktar fikir sâhibi olmak ve düşünce beyan etmek elzem bir hal. Olumlu veya olumsuz, her ne olursa olsun bu çerçevede fikir yürütmek ve söz söylemek oldukça mühim bir konu. Geleceği şekillendirme zâviyesinden ve açısından olmazsa olmaz bir gerçeklik durumudur.

Niçin böyle bir hassâsiyete sâhip bu iki önemli kavram? Çünkü bizzat insan hayâtına doğrudan dokunan bir değil birçok yönü var da onun için. Tek birini değil, hepsini görebilmek çok mühim bir farkındalık olayı. Her meseleye bu açıdan bakılması gerekir denilse, fazla söz edilmiş olmaz kanaatimce. Mâzîye bir şekil verdiği gibi geleceği de inşâ etmesi sebebiyle her yönüyle ele alınması, düşünülmesi ve fikir yürütülmesi gereken önemli bir bahis. Terâzinin her iki kefesinin de ayarını etkileyen oldukça mühim iki temel unsur.

Güçler ayrılığı derken söylenen; yasama, yürütme ve yargı erklerinin yanına bir de kolluk kuvvetlerinin, yani silâh taşıyan kurumların eklenmesi bence en önemli diğer bir konu. Belki birçok kişiye çok absürt bir yaklaşım gelebilir ama yaşadığımız dünya coğrafyasında bu konu çok önemli bir yer tutmaktadır. Zirâ verilen bütün hukūkî kararları hayâta geçiren, uygulayan ve sonlandıran bir sistem bütünlüğü olması sebebiyle bu üç bileşenin yanına dördüncü ve sağlam bir ayağı da emniyet teşkîlâtı, ordu ve istihbârat kurumunun oluşturması gerekir diye düşünüyorum. Ama başlı başına kimsenin sultası altında olmayan dengeli ve kontrollü bir güç olarak.

Bizim ülkemiz, târihen bu gerçeğin birçok yansımalarıyla şekil almış ve bu şekle göre bir renge bürünmüş muhtelif hâdiselerin resmî geçidi gibi. Yüzyıl geriye gitmeye gerek yok. Her on senenin geçmişine bakın ve bunu görüp okumasını bilin. Siyâseti şekillendiren her güç, diğer yerlere de kendi rengi çalıyor ve her şeyi kendine benzetiyor. Bu gerçek bir durumdur ki geçmişi okumasını bilen herkes bu gerçeği yakînen ve şüphesiz görebilir. O yüzden siyâseti küçümsemek ve ondan uzak durmak şu devir için değil, her dönem için tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Her fert, içinde yaşadığı toplumun hiçbir hareketine duyarsız kalmamalıdır.

Her vatandaş siyâseti adım adım izlemeli, fikrini beyan etmeli ve hem kendi hem de gelecek nesiller için üzerine düşen görevi yapmakla mükellef ve sorumludur. Rey ve oy veren herkes, siyâsetin bizzat muhatabıdır. Maalesef bizim ülkemizde bâzı câhillerin, sohbet ve muhabbet ortamlarında, “Siyaset yapma!” gibi anlamsız ve saçma bir cümle kurmaları oldukça acınası bir durum. Sonra da bir sıkıntıya düştüğünde ülkenin kötü gidişinden, pahalılıktan ve devam eden sorunlardan dert yanıp şikâyet etmeye başlıyor. Bu gibi gereksiz hayıflanmalar ve üzülmeler akıl kârı sözler olmayıp, akıl melekesini taşıyan kişilerin bu başat meseleyi kantara vurması elzemdir. Kantarın topuzu kaçarsa, kimsenin şikâyet etmeye hakkı olmaz.

Eflâtun ismiyle de anılan Platon’a atfedilen “Siyâset ile uğraşmayacak kadar akıllı olanlar, daha aptallar tarafından yönetilerek cezâlandırılır.” sözü büyük bir hakîkati dile getirmektedir. Her ne şartta olursa olsun, bir milletin ferdi olan herhangi bir kişi, yaşadığı ülkede ne oluyor ne bitiyor ve meydanda neler dönüyor; olan bütün hâdiseleri bilmesi ve tâkip etmesi gerekir. Bir ülkenin idâresi, o ülke insanlarının evinin içinin idâre edilmesiyle eş anlamlıdır. Hiç kimse bunun aksini iddia edemez. Çünkü siyâset meydanındaki siyâsetçiler tarafından alınan ve uygulanan bütün kararlar ferden ferdâ bütün bir milleti etkilemekte ve aynı oranda geleceğini şekillendirmektedir.

Bir ülkede yaşayan, oy veren ve vatandaşlık gibi bir görevi yerine getiren her yurttaş, seçtiği kişilere hesap sorma gibi bir yetkiye de sâhiptir. Bu konu onun hem anayasal görevi hem vatandaşı olduğu ülkenin üzerine yüklediği târihî bir vazîfedir. Her ne kadar “Siyâset, sosyal ilişkileri bozar!” denilse de sosyal münâsebet ve ilişkiler, geleceğimiz açısından çok kutuplu tartışma ve çatışmaların fitilini ateşlemektedir. Bir insan veya bir grubun insânî ilişkilerini düşünürken, bu söz kapsamında ıskalanan gerçekler yakın gelecekte koca bir ülkenin kaosa sürüklenmesine sebep olabilir. Göz yumulan bu gerçek küçük bir sosyal olgu değil, koskoca bir milletin istikbâlini ve geleceğini alâkadar eden oldukça önemli bir husustur.

Öylesine zor ve ibretlik günlerden geçiyoruz ki yaşadığımız hâdiseleri akıl feneri ve kalp gözü ile açıklamaya kelime bulamıyoruz. Sosyolog ve sosyal psikolog ilim erbâbı dahi günümüzde meydana gelen olaylara bir çerçeve çizmekten âciz kaldıklarını kendileri ifâde ediyor. Ne zaman ve ne kadar bu seviyede kötü ve kötülük saçan duyarsız bir toplum hâline geldik, anlamlandırmak imkân hârici bir vaka.

Doğal olarak herkes eskiye dönüyor ve kendini mâzî ile teselli etmeye gayret ediyor ama kabul etmek lâzım ki eskiden de halk olarak pek iyi bir durumda değildik. Neresinden tutsak, elimizde kalıyor. Millet elbisesi bu topraklarda her dâim yırtık pırtık bir paçavra gibi her yeri yamalıydı. Maddî ve mânevî temiz bir kıyâfete sâhip olamadık. İstesek de belli kirli güç merkezleri müsâade etmedi.

Vicdânını tamâmen yitirmiş andaval ve embesil tâifesinden bâzı ahmaklar, yetmişli yıllardaki yağ, tüp vesâire kuyruklarını dile getirerek, şimdiki hâlin iyi olduğu yönünde kanaat beyan ediyor, bunu da utanmadan afişe ediyor.

Bu ülke, çoğu târihçi ve sosyoloğun dile getirdiği gibi üç yüz senedir yerle yeksan bir halde sürünüyor. Sürüne sürüne dirsekleri nasır bağladı bu garîban halkın. Bu çilekeş millet biraz olsun ayağa kalkıp, rahat bir şekilde yürümeye lâyık değil mi?

KHK zulmü başta olmak üzere, yakın târihin belli dönemlerinde yaşanan kıyımlara (Dersim katliamı misâli) bakıldığı vakit, bu toprağın insanına çile çekmek kadermiş gibi görünüyor. İşin en ibretlik yönü ise bu zorbalığı bir hakîkat olarak dayatmaları.

Sen sus. Benim müsâade ettiğim ölçü ve çizgilerde konuşup hareket edebilirsin diyor arsızca, muktedir olamayan kifâyetsiz muhterisler. Sürü içinde meleyip yürüyenlere, boynunu uzat demeleri çok yakın. Bu akıllanmaz gürûhun göz bağları çözülünce gerçeği görecekler lâkin iş işten çoktan geçmiş olacak maalesef. Necip millet derken, ne vakit necis bir millet olduk.

Her ötelenen hakîkat, ileride öteleyen kişinin başına ağır bir tokmak olarak inmektedir. Bir milletin hayâtında mühim bir yere sâhip siyâset kurumu, ehil olmayan ellere bırakılamayacak kadar hayâtî bir meseledir. Nasıl ki 65 yaşını geçmiş bir insanın yapacağı kānûnî bir işlem için “akıl sağlığı raporu” isteniyorsa, siyâset yapacak bütün kişilerin de aynı kategoride değerlendirilmesi en elzem bir konudur. Dünyânın sayılı medenî ülkelerinde siyâset yapan bâzı kişilerin, entelektüel seviyesinin oldukça düşük olduğu gibi büyük bir gerçek önümüzde durmaktadır.

Bu yüzden bir ülkenin en zekî insanları ve onları yönlendiren ehil rehberleri tarafından tıp, hukuk, mühendislik dallarının yanında diğer meslek sâhalarının da değerlendirmeye alınması, önem seviyesinin yükseltilmesi ve her yönüyle güçlendirilmesi gerekmektedir. Siyâset alanını işgal eden insanların hoyrat, nâdan ve câhil olması çok hazin bir durum. Bu durum üzüntü verse de dünya genelinde en gerçek sosyal olgulardan birisi maalesef. Bu alana el atacakların samîmî, dürüst, cesur, ilmi ve bilgi seviyesi yüksek insanların varlığını gerekli kılmaktadır. Bu meydan, yalanın hüküm sürdüğü ve utanmaz insanların cirit attığı bir mekân olmamalıdır.

Siyâset ki her alanı domine eden ve baskılayan bir güce sâhip. Milletten aldığı yetkiyi ve bu yetkiye dayanarak oluşturduğu meşrûiyeti kötü niyeti istikāmetinde kullanan birçok siyâsî figür mevcut. Etrâfına topladığı ve devletin imkânlarıyla beslediği bilinçsiz kitleleri manipüle edip kendi çıkarı doğrultusunda kandırarak gücüne güç katmaktadır. Kurulan bu çarpık düzen milleti meydana getiren birçok unsurun hayrına bir seyir tâkip etmiyor ne yazık ki. Her şeyi seçimde, sandıkta ve oy çokluğunda gören her seçmen, bu kısır döngüde ezilmeye mahkûm kuru kalabalıkları temsil etmektedir. Çoğunluğu teşkil eden câhil kitlelerin tahakküm, baskı ve zorbalığı asla kabul edilemez. Çoğulculuk olmazsa, toplumda barış inşâ edilemez.

“Elde var bir!” sınıfına dâhil edilen her kitle, en başta kaybedenler olarak listedeki yerini almıştır. Çoğunluğu temsil edenin seçimi tek başına demokrasi olamaz. Çoklu azınlığı temsil eden kitlelerin de düşüncesi kāle alınmıyorsa, orada huzur tesis edilemez. “Medenî bir ülkenin en önemli göstergelerinden bir tânesi ve en mühimi adâlettir.” Ulaşım, mîmârî, temizlik vesâire gibi diğer hususlar mütemmim cüzdür ve bu büyük resmin tamamlayıcı parçalarıdır. Medeniyetin en büyük göstergelerinden bir tânesi ve en önemlisi adâlet olgusudur. Avrupa ve Amerika özelinde bakıldığı vakit bu gerçek, eksi artı seviyelerde değerlemesi yapılsa bile ayan beyan ortadadır. Gerçeğe gözünü yuman, aydınlığı kendine karanlık yapar. Kendi geleceği başta olmak üzere, gelecek nesillerin de hakkını gasbetmiş olur. Bunun vebâlini hiç kimse taşımak istemez. Târihte kötülük timsâli îlan edilmiş ve kötü mührü basılmış nice târihi şahsiyet var ki işte onlar her zaman lânetle anılmaktadır.

Adâletin tesis edilmesi, istisnâsız her nefes alana, her zaman ve her şartta bütün insanların tek temennîsi olmadıktan sonra dünya huzur diyârı olmayacaktır. Her memleketin, her ülkenin, her vatanın, her diyârın, her mekânın, kısacası her yerin adâlete ve âdil bir yönetime ihtiyâcı vardır. Dünyânın huzûra, her insanın da mutlu olmaya hakkı var. Yaşlı dünyâmız ve kadim insanlık bu kadar kötüyü ve bu kadar kötülüğü asırlardır omzunda taşıyor ve çok yorgun. Biraz olsun dinlenmeye ve mutlu günler görmeye muhtaç. Bu hakkı da esirgememek lâzım ve bu vazîfe de her duyarlı insanın üzerine düşen târihi bir sorumluluk. Hiçbir şeyi az görmemek lâzım. “Kelebek etkisi” denilen hakîkati hafife almamak ve küçümsememek gerekmektedir.

Her şeyin önem ve etki değeri beklenenin çok üzerinde olabilir. Pejmürde görünen biri öyle bir söz söyler ve öyle bir yol haritası çizer ki senelerini üniversite kürsülerinde “dirsek çürütmüş” nice akademik seviyeli insanın ağzı açık kalır. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, görünenin çok ötesinde görünmeyen birçok husus gizlidir. İşte onu da görmesini bilen gönül erbâbı insanlar fark edebilir. Bu misal insanların siyâset alanını boş bırakmaması ve milletin geleceğini huzur içinde yaşamasını sağlamak için elini taşın altına koyması beklenmektedir.

Diğer taraftan, siyâset çirkin görülmemeli ve doğru bir şekilde icrâ edilmelidir. Bu gerçekler de halka doğrudan ifâde edilmeli ve hayâta geçirilen her uygulamanın her aşaması millete gösterilerek anlatılmalıdır. Siyâset çirkin değil, onu çirkinleştiren kötü insanlardır. İşte bu kötü insanlara fırsat verilmemelidir. Bunun için de bütün köklü kurumların bu işe paydaş olarak katılması sağlanmalıdır. Çerçevesini de bu işin erbâbı olan siyâset bilimcilerin yanında diğer sâhaların söz sâhibi entelektüel insanların el birliğiyle inşâ etmesi beklenmektedir.

Öyle sağlam kurumlar oluşturulmalı ki en başta bulunan yetersiz birinin tek bir fiskesiyle art ardına dizilmiş domino taşları gibi, kurulan koskoca sistemlerin yerle yeksan edilmesine fırsat verilmemelidir. Temeli muhkem, harcı sağlam ve en ileri modern tekniklerle inşâ edilen her kurum binâsı, içeri giren herkese güven vermeli ve bir milletin ihtişâmını her ögesiyle cümle âleme göstermelidir. Sergilenen gösterişsiz ihtişam, sanal ve hayâlî sebebe dayanmamalıdır. Her şûbesiyle hem kendi insanına hem de bütün bir insanlığın yararına olacak işler hayâta geçirilmeli ve kararlılıkla uygulanmalıdır.

İşte bu yöntemlerle insanlık binâsını sağlam temeller üzerine yükselten bir millet, her yerde söz sâhibi olmaya namzet ve aday olur. Dünya için bir karar alınacağı vakit, onun gözlerine bakılacak ve ağzından çıkan her söze dikkat kesilecektir. Böyle bir milletin sâhip olduğu bir devlet de adâletin kaynağı, siyâsetin de gerçek adresi kabul edilecektir.

Cumhûriyet ve öncesi baskı dönemlerin hastalıklı düşünce yapısı, bu toprakların insanına düşünmeyi yakıştıramadı ve yasakladı. Fikir yürütüp zihnen gelişmesini istemedi. Kezâ devlet kademelerinde vazâfe alıp görev yapmalarına ise hiçbir zaman yanaşmadı. Her vakit, kendi elitleri dışındaki insanlara devlet kademesindeki kapıları kapattılar. Kendileri ve devâmındaki nesillere emânet etmek istediler ama kendi embesil kuşakları bu yükü kaldıramadı. Az da olsa kapıyı aralamak mecbûriyetinde kaldılar ama sâdece alt kademeler için ve yükü yüklenip taşıyacak kadar. Doksanlarla birlikte bu çember biraz kırıldı.

Millete siyâset başta olmak üzere çoğu faâliyet çok görüldü. Her şeyi engellenmeye çalışıldı. Bütün yollara bariyer konuldu. Engeli aşanları cezâevleri ağırladı. Falakaya çekilmediği ve dayak yemediği gün olmadı. Ekmeği ve suyu kesildi. Öğünü azaltıldı ve tayını kısıldı. Açlığa değilse bile asgarî yaşama mahkûm edildi. Bizim milletin, siyâsî liderleri kült haline getirip tapınmak gibi bir hastalığı oldu. Geçmişten günümüze bu illet ve maraz tedâvi edilememiştir. Bir de hamâsî hikâyeler ve masallar uydurarak kutsiyet atfedip ulaşılmaz eylemek. Ne çok hastalığımız var, iyileşmiyor. Hasta da hasta olduğunu kabul etmiyor ve iyileşmek istemiyor.

Güzel günleri görebilmek için, güzel insanlara sâhip çıkmak gerekir. Her şeyin güzel olması için, iyilik hareketlerine destek olmak gerekir. Ütopyalarda resmedilen mutlu ülkeye ulaşmak için doğru yollardan yürünmesi lâzım. Temiz yollarda mesâfe almak için, ayakların kirli olmaması gerekir. Ütopya ki ancak ehil insanlar eliyle inşâ edilir ve yaşanır hâle gelebilir.

Yazarın Diğer Yazıları