Ebrar Osmanoğlu

Dile Getirilmesi Gerekenler: Çürüme.

Ebrar Osmanoğlu

İçinizde tuttuğunuz için patlayacak gibi hissettiğiniz konular oldu mu?

Ya, “Bu mesele çok önemli, öyleyse niçin kimse dile getirmiyor?” dedikleriniz?

Mutlaka olmuştur. Çünkü benimde oldu ve “Acaba yalnızca bende mi böyle?” diyerek yola çıktığım ve geçtiğimiz günlerde böyle bir soru yönelttiğim herkesten aldığım cevaplardan hareketle yaptığım analize göre, birçok insan gerek toplumsal gerekse de bireysel pek çok konuda oldukça sıkışmış hissediyor.

Sorduğum sorunun genel başlığı aynen şöyleydi: “Son zamanlarda kendinizde veya toplumda gördüğünüz, yeterince dile getirilmediğini düşündüğünüz konular var mı?” 

Aldığım cevaplar mı? Her biri birbirinden önemli ve oldukça derinlikli olan bir sürü güzel cevap aldım. Sorarken niyetim sadece öğrenmek değildi aslında. Bir noktada bugüne ve bu yazıya da bir yatırım desteği alıvermiştim. Çünkü ben, çok uzun bir süredir, hatta yılları aşkın bir zamandır, hayatımın temel taşlarından birini fayda ve farkındalık üzerine kurup oradan ilerlemeyi düstur edinmiş bir gencim. Hayat felsefem bir tane ve o da bu diyemem ama hayatta en önemli gördüğüm şeylerden biri bu ve yaptığım pek çok faaliyet de hiç şüphesiz ki bu niyet üzere kurulu.

Peki, bu soruyu sorarken asıl niyetim ne miydi? İnsanlar neyden rahatsız ve ben Allah’ın bana vermiş olduğu birtakım yetenekleri kullanarak, bu rahatsızlıkların giderilmesinde nasıl bir rol oynayabilirim?  Ben toplumda nerede durmayı kendime daha çok yakıştırıyorum ve ben toplumda nerede durursam insanların herhangi bir sıkıntısını çözebilir, en azından içinin ferahlamasında bir vesile olabilirim?

Galiba duygularını anlatmasına vesile olabilirim dedim ve kolları sıvayarak bismillah deyip başlamaya karar verdim. Bana verilen o güzel cevapları birer birer yazıya dökecek ve başta kendimde olmak üzere, bu yazının ulaştığı herkeste bir farkındalık bilinci oluşturması adına çaba sarf edeceğim inşaAllah. 

Yazımın en başında belirtmiş olduğum soruya cevap olarak bana söylenen her şeyi, “Dile Getirilmesi Gerekenler” başlığı adı altında toplayacak ve her birine farklı farklı yazılarımda değineceğim Allah’ın izniyle. Sizler de rahatsızlık verici olduğunu düşündüğünüz konuların bir şekilde derlenip toplanarak dile getirilmesini istiyorsanız, yazının sonunda belirttiğimiz sosyal medya hesabı üzerinden kıymetli fikirlerinizi bizimle paylaşabilirsiniz.

Tanıtım ve giriş konuşmamız burada son buluyor, bu yazı serisinin amacını oldukça net bir biçimde açıkladığımı ve tarafınızca da anlaşıldığını düşünüyorum. Öyleyse başlayalım.

Bugünkü konumuz ve ilk başlığımız: Çürüme. İçeriğimiz de başlıkla oldukça bağlantılı aslında: Yaşadığımız toplumdaki fıtri bozulma ve fıtrata dönüşün artık bir güzelleme değil, “şart” olması üzerine bir şeyleri derleyeceğiz. Çünkü artık yalnızca içeriden değil, alenen dışarıdan da çürüyoruz.

Mesela geçenlerde Türkiye’deki ölüm oranları üzerine yapmış olduğum bir araştırmada, 2023 yılında Türkiye’de cinayete kurban giden insan sayısının 2.817 kişi olduğunu gördüm. Bunun 733’ünü kadın maktüller oluştururken, 2.084’ünü erkek maktüller oluşturuyormuş. Bu da her 100.000 kişiden 3.23 kişinin cinayetten ölmüş olması anlamına geliyor. Çoğunun fail-i meçhul olma olasılığı da yüksek tabii, yine de biz güncel olarak ülkemizde öldürülen kişi sayısının yıllık oranını ve nedenlerini tam manasıyla bilmiyoruz elbette. 2024 ve 2025 verilerini neden dile getirmedik? Çünkü onlar henüz açık herhangi bir kaynakta paylaşılmamış.

Biz ilk olarak yaşadığımız coğrafyayı ele aldık. Fakat bu, sadece ülkemiz için geçerli olan bir durum değil elbette. Örneğin Brezilya’da bu oran yüz bin kişi üzerinden değerlendirildiğinde yaklaşık 22.3’ü bulacak kadar yükseliyor. Ya da mesela yine yüz bin kişi üzerinden değerlendirilince en yüksek oranı Latin Amerika’da görüyoruz. 100.000’de 38,8. 

2023-2024 sezonunda Türkiye’deki hırsızlık oranlarını araştırayım dedim birde. TCK’de, “Mal varlığına karşı işlenen 9 önemli suç.” Kapsamında değerlendirilen hırsızlık suçunun o dönem itibariyle tespit edilmiş sayısı 255 bin 987’miş ve bu da aslında %14,6 oranında bir azalmadan sonraki ölçümmüş. Önceki seneye bakılınca bu oran 299 bin 828’miş ve gerilemiş.

Bu durum da sadece ülkemize özgü değil elbette. Hatta yine yüz bin insan üzerinden hesaplandığında ülkemizdeki oran diğer yerlere kıyasla oldukça da düşükmüş. Türkiye’de bu oran 100.000’de 214’ken; Danimarka’daki hırsızlık oranı 3.949, İsveç’te 3.817’miş. G20 ve G7 içinde yer alan üye ülkelere bakacak olursak da oranlar şöyleymiş: Avusturalya 2.460, Birleşik Krallık 2.283, Fransa 2.135, ABD 1.750, Almanya 1.576 ve Kanada 1.409. İçlerinde onlara göre daha güvenilir olarak adlandırılabilecek Japonya’da ise bu oran 293 olarak karşımıza çıkıyor.

Şaşırtıcı ve üzücü, değil mi? Rakamlar bize çıplak gerçeği gösteriyor ama mesele yalnızca sayılarda bitmiyor, aslında insanın kendi özünü korumasıyla başlıyor. Çünkü verilere bakmak bize yalnızca kabataslak büyük tabloyu gösteriyor ama asıl çözüm rakamlarda değil, insanın özünde. Yalnızca iki suçun ülkemizdeki ve dünyadaki verilerine bakmak bile içimizdeki güvensizlik duygusunu büyütürken, sorarım size: Fıtrata dönmenin şart oluşunu söylüyor olmak yalnızca bir güzelleme mi?

Elbette değil. 

İslam’da haksız yere bir insanın canına kıymak, bütün bir insanlığın canına kıymakla bir tutulmuştur. Haksız yere bir insan öldürülürse, burada bir fıtratı bozma durumu söz konusudur ve fıtratını bozan insanların ciddi derecede sert cezalara çarptırılması uygun görülmüştür. Ya da başka bir örnek verecek olursak, bir adam küçük bir çocuğa sözlü ya da fiziksel tacizde bulunursa, o adam fıtratını kirletmiş sayılır ve buna uygun olarak sağlam bir ceza alması, hatta gerekirse toplum yararına olacak şekilde tasfiye edilmesi uygun bulunur. Tabii, burada bunu şahıslar için söylemiyoruz. Yanlış anlaşılma olmasın. Bu bahsettiklerimiz asla şahısların görevi değildir, şerr’i mahkemelerce hükmü verilip uygulanacak kararlardır. Biz yalnızca konumuzla bağlantılı olduğu için bu örnekleri veriyoruz.

İslam fıtrata bu denli önem verirken, toplumda da kendi fıtratını bozmuş birçok insan varken ve bunları ortadan kaldırmak da bizim sorumluluğumuzda değilken, bizler ne yapacağız o zaman? 

Aslında yapılacak şey oldukça basit, biz öncelikle kendimiz fıtratımıza sadık kalacak ve kendimizi fıtrata döndürmek için uğraşlar sarf edeceğiz. Hepimiz insanız, zaman zaman aklımızdan oldukça farklı düşünceler geçer. Kendimiz için garanti veremeyiz, ben kendime güveniyorum, bana bir şey olmaz diyemeyiz. Şahsen ben kendime hiç güvenmiyorum, aklı başında olan hiçbir insanın da nefsine güveneceğini düşünmüyorum. Çünkü Efendimiz (sav) bile, göz açıp kapayıncaya kadar nefsiyle baş başa kalmamak için Yüce Allah’a sığınmıştır. O (sav) vahiyle korunuyor olmasına, Cennetlik olduğunu da biliyor olmasına rağmen nefsiyle baş başa kalmanın kötü olduğunu biliyor ve kendine böyle dua ederek nefse güvenilmemesi gerektiğini, nefsin insanı beklenmedik uçurumlara sürükleyebileceğini ümmetine söylüyorken, ben nasıl olurda kendi nefsimi temize çıkarırım?

Bugün kimse, herhangi bir suça ortak olmadı diye kendini övemez, övme lüksüne sahip de değildir. Bunun için yalnızca şükredip günü sonlandırabilir. Çünkü henüz herhangi bir suçu işleyeceği bir sınava tabi tutulmamıştır. Ya da bu kadar uç örneklerden gitmeyip, en basitinden ele alacak olursam, hayatta somut bir başarı kanıtlamamış hiçbir insanı küçümseme lüksüne sahip değiliz. Belki bizler onun atlattığı sınavları atlatsak, somut başarı göstermeyi bile geçiyorum, yaşamaya dahi tutunamazdık. Kınama yok, icraat var moduna acil durum uyarıları eşliğinde hızlıca geçmemiz gerekiyor anlayacağınız.

Tüm bunlara bir çözüm bulmamız gerekiyor. Çaresiz değiliz. Çare ne mi? Çare sizsiniz, çare biziz, çare benim, çare sensin, çare ebeveynler, çare kardeşler, çare arkadaşlar, çare eğitmenler… Hepimiz birer çareyiz aslında ve hepimiz güttüğümüz koyundan sorumluyuz. Efendimiz (sav)’in dediği gibi, herkes güttüğünden sorumludur. Baba ev ahalisinden, anne çocuklarından, büyük kardeş küçük kardeşlerinden, öğretmenler öğrencilerinden, arkadaşlar arkadaşlarından, komşu komşusundan… Anlayacağınız çare çok, uygulama ise şu an için pek çok insanda maalesef yok denecek gibi bir durumda.

Mesela ben her gün, on üç - on dört yaşlarındaki çocukların ölüme sebebiyet verme veya direkt olarak kendilerinin ölüm haberleriyle güne uyanmak istemiyorum. Bunlar bizim kardeşlerimiz, okuyup öğrenecek hatta hoplayıp zıplayacak, çoğu daha oyun oynayacak yaştaki çocuklar.  O zaman ne yapmalıyım? Buna bir çözüm bulmalı ve kınamak yerine çevremden başlamalıyım.

Kardeşleriniz, evlatlarınız ya da çevrenizde küçük çocuklar varsa onlarla ilgilenmeyi ihmal etmeyin. Bazı çocuklar yapısal olarak daha çekilmez ve yaptıklarıyla görece daha sevimsiz gelebilir gözünüze. Ama elinden tutun, bırakmayın. Nihayetinde o bir çocuk, bunu da unutmayın. Sevmeseniz bile bırakmayın ellerini. Çünkü sizin örneklik teşkil eden ve başıboş bırakmayan yumuşak tavırlarınız, yarın aramıza katılması muhtemel olan potansiyel bir suçluyu önleyebilir ve geleceğimiz için topluma faydalı bir bireyin katılmasına öncülük edebilir. Küçük adımları küçümsemeyin. Küçük adımlarınızın da iyisiyle kötüsüyle bir gün büyüyeceğini unutmayın.

Sizlerden istirham ediyorum ki bu yazıyı okuyan değerli insanlar, kendinizi geliştirin. Sizlere fayda verecek her türlü metni okuyun, içerikleri takip edin, izleyin, yazın, çizin. Çağın gereksinimi olan hiçbir şeyi öğrenmekten ve başta kendiniz ve çevreniz olmak üzere topluma fayda sağlamaktan, faydalı bireyler olmak için çabalamaktan vazgeçmeyin. Bizler, bu ümmetin pırlantalarıyız ve gelecekteki pırlantaların oluşmasına katkı sağlayacak en büyük etkenleriz. Potansiyellerimizi öylece boşa harcama lüksümüz yok. Bunun vebalini taşıyamaz, hesabını veremeyiz. İşte tam da bu yüzden durmamalıyız. Çabalamalı, okumalı, öğrenmeli ve kendimizi yetiştirmeliyiz. Allah’ın bize verdiği akıl ve iradeyi amacına uygun bir biçimde kullanıp, yine bize verilen en büyük nimetlerden biri olan zamanı iyi değerlendirmeliyiz.

Sonlara yaklaşırken sizlerden ısrarla rica edeceğim son bir husus daha var değerli okuyanlar: Kibirlenmeyin. Kibir, fıtratın en büyük kirleticilerindendir. Yaptığınız işler her ne kadar önemli ve büyük olursa olsun, tevazu sahibi olmayı kendi nefsinize sık sık öğütleyin. Çünkü bütün büyük günahların işlenme sebeplerinin temelinde kibir yatıyor. Herkes tevazu sahibi olsaydı, dünyada bu kadar çok kötülük yaşanıyor olmazdı. Bu yüzden yineliyorum: Lütfen, kibirlenip böbürlenmeyin. Tevazu benliğimizde yer ettikçe, hem biz kendimizde farklılıklar fark edecek ve içsel huzuru bulacağız hem de göreceğiz ki küçük dünyalarımızda zaman içerisinde beklediğimizden çok daha büyük değişimler meydana gelecek. Yeter ki bir adım atıp ilerlemeye bakalım ve sabredip zamana bırakalım. Tevekkül anlayışına aynen bu şekilde uyup Allah’a güvenelim. O (c.c), bizim için her şeyi çözecektir.

Yazımın sonuna gelirken, uzatılması gerektiği kadar uzatamadığım ama kısaca da geçemediğim için yaptığım bir hata varsa affola demek istiyorum. Umuyorum ki sizler için ufak da olsa faydası olan bir yazı olmuştur. Genel manada konuşmalarımda kendimden örnek vererek ilerlemeyi seviyorum. Ve inanıyorum ki, bu satırları okurken siz de kendinizi baz alarak okuyorsunuzdur.

Bu konu çok kapsamlı ve çok derin bir konu olması hasebiyle, ne dersek diyelim illaki eksikler kalacak bir konu ama temel birkaç başlıkla ele alıp sizlere sunmak istedim. Çünkü bu konu, benim okurken, diğer başlıkların da çok mükemmel olmasıyla beraber gerçekten çok zorlandığım ama sonunda “Sanırım birinci olarak ele alınması gereken ve herkesi ilgilendiren asıl mesele bu.” dediğim bir konuydu. Zira çürüme sessizdir, dile getirilmediğinde hızlanır. Bu yüzden çürümenin üzerine konuşmak, yazmak, haykırmak, direncin ilk adımıdır. 

Unutmayalım ki, çürüme ancak kendimizi düzeltmekle durdurulabilir. Bizde çürümenin durdurulabilmesindeki mihenk taşlarından biri olmak için çabalayalım.

Bu satırları okuyan güzel kardeşim, bugünden itibaren fıtrata dönüşün fitilini ateşlemek için çalış, çalışalım. Çünkü bu çürümenin gidişatına bakılırsa, ateş belki en sonda bizi yakacak ama sonuçta yakacak. Ateş bizi yakmadan, evlerimize ve üzerimize sıçramadan kolları sıvayalım ve bismillah deyip önce kendimizi düzeltmekle başlayalım. Aksi halde canı en çok yanan yine biz olacağız.

Selametle.

*

Sizler de görüş ve düşüncelerinizi beyan etmek isterseniz, sosyal medya üzerinden bizlerle iletişime geçebilirsiniz. Görüşlerinizi duymak, dualarınızda yer almak bizler için hayli kıymetlidir.

Aktif sosyal medya hesabımız, Instagram: ebrarrosmanoglu.

Yazarın Diğer Yazıları