
Dile Getirilmesi Gerekenler: Bireysel Sorumluluk
Ebrar Osmanoğlu
İlk bölümünü köşe yazısı olarak yazıp yayımladığım “Dile Getirilmesi Gerekenler Serisi”nin, iki haftada bir yayımlayacak olduğum fakat geçirdiğim sakatlanma sebebiyle kısa bir süre daha geciken ikinci bölümüne başlıyoruz Allah’ın izniyle.
Ben üretiminden sorumlu olduğum bütün içeriklerde önce kendime pay çıkarmaya, kendi nefsim için öğütler almaya çalışıyorum. Bu yüzden Yüce Rabbim’den dilerim ki, başta kendimde olmak üzere, bu yazıyı okuyan herkeste bu konu hakkında ufak da olsa değişim kıvılcımları parıldar ve bugünden sonra en azından biraz daha dikkatle davranılır.
Peki, bugünkü konuşacağımız konumuz ne?
Bugün, belki de hemen hemen hepimizin bildiği, artık toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından biliniyor olmasına rağmen hala uygulama konusunda çok ciddi eksiklerimizin bulunduğu “Bireysel Sorumluluk” üzerine birtakım şeyler yazacağım.
Aslında bu yazının konusunu oluşturan cevapta, çok kısaca söyleyecek olursak şöyle denmişti: “Benim kendim için görüp rahatsızlık duyduğum mesele duyarsız olmak.” Ben de bunun üzerine uzun uzun düşündüm ve dedim ki, insanoğlu niçin duyarsızlaşır? Neden dikkat etmesi gerekenlere dikkat etmez ve görmezden gelir?
Uzun düşünsel merhalelerin ardından şöyle bir kanaate vardım: Bence insanoğlu, sorumluluk hissetmediği için duyarsızlaşır.
Örneğin, çevreye karşı herhangi bir sorumluluk hissetmeyen bir birey rahatlıkla çöplerini etrafa atabilir. Çünkü yaptığı bu eylemin bir şekilde kendisine döneceğini, dönse bile ne kadar büyük zayiatla döneceğini ya kestiremez ya da ciddi ciddi hiç önemsemez. Ve bana soracak olursanız kesinlikle kestiremiyor olmaktan daha kötüsü önemsemiyor olmaktır. Zira bizler de bazen bazı davranışların getiri ve götürülerini kestiremeyiz, bazen küçük gördüğümüz bir hareketin başımıza neler getireceğini tahmin dahi edemeyiz. Fakat az önce de dediğimiz gibi; kestirememek başka, önemsememek çok başkadır.
Bunu da örnekleyecek olursak, şöyle düşünebiliriz: Bir çocuğa ani bir panikle kızdığınızda, gelecekte ve güncelde o çocukta bıraktığınız hasarın farkına varmazsınız, sonuçlarını kestiremezsiniz ama bunu yapmamanız gerektiğini bildiğiniz için sonrasında içten içe pişmanlık duymanız ve belki telafi noktasına gitmeniz çok olasıdır. Ama tam tersi bir durumda ve konumda yer aldığınızı düşünecek olursak, yani ‘banane’ diyerek ve olacakları bilerek o çocuğa kızıp bağırırsanız? Sizin kızmanız yüzünden o çocuğun başına gelecek her şeyden sorumlu olduğunuz halde sorumlu hissetmezseniz, o zaman ne olur?
Olacak şeyi ben size söyleyeyim. Haddinizi aşacak kadar ileri gidersiniz. Ne kadar ileri gidilebilir ki? Eminim şu an bunu düşünüyorsunuz. Yani en fazla ne olabilir? Sorumluluk hissetmeden bencilce o kadar ileri gidilir ki; sırf sizin öfkeniz gidecek ve içinizi boşaltıp anlık rahatlama sağlayacaksınız diye karşınızdaki çocuk korkudan bayılabilir, kendisine inme inebilir, felç kalabilir, dili tutulabilir ve belki de hayata yarım devam etmesi kadar korkunç bir durum da yaşanabilir: Karşınızdaki çocuk korkudan ölebilir.
Siz mi? Siz de sorumluluk hissetmediğiniz için, önce belki biraz yargılanmaktan korkarsınız. Sonrasında da rahat rahat, kaldığınız yerden devam edersiniz hayatınıza. Bir can gitti, sizin yüzünüzden gitti ve siz bu durumu normal gördüğünüz için hayat devam ediyor. Tabii sadece sizin için. Karşı tarafın yakınlarının durumunun vahametini incelemek dahi istemeyiz. Kötülüklerin hızla yayıldığını da göze alırsak, bu olayın hızla yayılan bir yangın misali diğer insanlara sıçrayıp birçok çocuğun başına aynı durumun sizin yüzünüzden geleceği kısmına zaten hiç girmiyorum. Ama önemsenmeden yapılan hataların ve kötülüklerin boyutlarının nerelere vardığını gerek ülke gerekse de dünya gündeminden pek çoğumuz biliyoruz zaten.
Bu örnek biraz uç bir örnek olabilir fakat demek istediğimi iyice açıkladığımı ve zihninizde yer ettiğini düşünüyorum. Önemsememek ve kestirememek kavramlarının farkını az çok anladığınızı umuyorum. Hem belki, böyle olayların zaten dünyada oluyor olduğunu ve sayısının fazlalığını da bilip kendimize bu örnekten pay da çıkartabiliriz. Birçok yetişkinin sorumsuzca davranışı sonucunda belki onlarca, yüzlerce hatta binlerce çocuğun hayatı ebediyen kararıyor. Karşımızdaki insanın da bizim gibi can taşıyan ve cüssece bizden küçük bir varlık olduğunu, insan olduğunu unutuyor ve canavarlaşıyoruz. Sırf bu yüzden bile sorumluluk hissinin önemini başımızdan savmamak gerektiğini düşünüyorum. Bazı davranışları gözümüzde küçültmemek lazım. Önemsiz gördüğümüz bir davranışın neticesi bambaşka sonuçlar doğurabilir. Nihayetinde unutmamamız gerekir ki, birler birikir binleri getirir.
İnsanlara karşı sorumluluklarımız elbette ki bununla bitmiyor. Aslında bir ‘insan’ olarak tek sorumluluğumuz olduğunu söylemek de zor. Tamamı ahlaki sorumluluk başlığı altında toplanabilecek belki onlarca başlık var ve bunun uygulama noktasına taşınabilmesinde bireysel sorumluluk ilk sırada yer alıyor. Neden mi? Çünkü bizler ‘insanız’ ve hayvanlar gibi yaşama lüksüne sahip değiliz. Belli etik kurallar dâhilinde yapılacak olanı yapar, yapılmayacak olandan sakınırız. Zira irade taşıyoruz, seçimler yapabiliyoruz ve bunu bilinçle yapabilen tek canlı türü de biziz. Fakat tezatlığa bakın ki, bunun farkındalığından kendini yoksun bırakıp üstüne birde yok sayan tek canlı da biziz.
Mesela, bu yazıya fikir olan başlıkta da değinildiği gibi benim de aklım başımda olduğu günden beri dikkat ettiğim ve fazlaca huzursuz olduğum bir durumdan bahsedeceğim: Yerlere çöp atmak. Birçok akılsız, iradesiz hayvanın bile pisliğini ulu orta bırakmadığı bir dünyada bizler ‘akıllı ve iradeli varlıklar’ olarak yerlere çöp atıyorsak, sanırım bunun üzerinde bir değil bin bir kere düşünülmesi gerekiyor.
Çekirdek çitlemek sizin en tabii hakkınızdır mesela. Fakat çitlediğiniz çekirdeğin çöplerini etrafta oraya buraya atmak hakkınız olmadığı gibi, atmamanız da önemli bireysel sorumluluklarınızdandır. Keza aynı şekilde yediğiniz herhangi bir şeyi çevreye atmamak da bireysel sorumluluğunuzdur ve bunun sizde bir otomasyona dönüşmüş olması gerekir. Tek başınıza yaşamadığınız koca dünyada başta kendiniz ve yakın çevrenizin, sonrasında da biz diğer insanların haklarını göz ardı edemezsiniz. Kural basit, çöpünü çöpe at. Üç kelimelik bir cümle ve uygulaması da o kadar zor değil inanın.
Hem bir insan ulu orta yerlere çöpünü atarken nasıl rahat edebilir ki? Sanırım anlamakta en çok zorlandığım ve denk geldikçe en sık uyardığım konulardan biri bu. Yedin ve öylece yere bıraktın. O çöpün orada öylece durduğunu görüyorsun. Atan da sensin. Nasıl rahat edebilirsin? Her şeyi geçiyorum, bir insan kirlilikten, görüntü kirliliğinden de mi rahatsız olmaz?
Evinin içinde bunu yapabilir misin ya da yapar mısın desem, yüzde doksan sekizi hayır der ama iş ortak kullanım alanlarına gelince ‘sorumluluk hissetmeme’ devreye giriyor. Hâlbuki yaşadığımız topraklar, içtiğimiz su, solduğumuz hava da senin evin sayılır. Üstelik dört duvarla kapalı olmayan ve istediğinde özgürce çıkıp gezinebildiğin bir ev. Gerek etinden gerek sütünden gerek havasından gerek suyundan dilediğince yararlanabildiğin ve bunu yaparken kimseye minnet duymadığın koca bir ev. Hal böyleyken evini nasıl kirletebilirsin ki?
Şimdi ben evimde de benzer bir hayat yaşıyorum diyenler olabilir diye ufak bir dipnot düşeceğiz elbette. Evinin metrekaresi ne kadar büyük olursa olsun, istediğin an kalkıp toplama lüksüne sahipsin fakat doğa için aynı durum söz konusu değil çünkü attığın çöp attığın yerde öylece durup seni beklemiyor. Onu telafi edemiyorsun, kaldıramıyorsun, geri dönüp bakamıyorsun. Sen pişman olup zaman geçtikten sonra geri dönsen bile o çöp havaya, suya, toprağa karışmak üzere çok uzak ve bambaşka yerlere gitmiş oluyor bile.
Peki, herkesin bildiği ve yapması gerektiği bir konu hakkında neden bu kadar uzun uzun düşünüyor ve yazıyorum? Üstelik ben tek de değilim. Ki zaten bu metnin konusuna ilham veren fikir de tam olarak buradan geliyor. Bundan rahatsızlık duyan bir başkası, fikrini benimle paylaşıyor ve bende onun fikrini kendim de taşıdığım için yazıya döküyorum. Eminim bu yazıyı okuyanlarda da benzer duygular mevcut.
Öyleyse neden? Herkesçe bilinen bir konuyu neden hala uzun uzun anlatıyoruz?
Aslında keyfiyetten değil. Evet, toplumda bunu bilmeyen neredeyse yoktur ama bunun bilincinde olan kesim yok denebilecek kadar azınlıkta ve amacımız bu azınlığı çoğunluk haline getirmek ve bilinç uyandırıcılıkta bir mihenk taşı olmak.
Buna rağmen ben bu yazı boyunca işin bilimsel ve akademik boyutuna çok da değinmedim. Örneğin plastik poşetlerin çözünmesinin 500 ila 1000 sene arasında bir çözünme süresinin olduğunu, yapılan araştırmalara göre deniz kuşlarının ve balıkların midelerinin %90’ından fazlasının midesinde plastik bulunduğunu, organik çöplerin yere gömüldüğünde karbondioksitten 25 kat daha güçlü olan metan gazını ortaya çıkardığını ele alma gereği dahi duymadım. Çünkü en basitinden, ilkokuldan itibaren hepimizin bir şekilde bu bilgilerle hemhal olacağımız bir ortam olduğunu düşünüyorum. Ve umuyorum ki, bu bilgiler bizlere söylenirken kulak tıkayan değil kulak veren tarafta durmuşuzdur. Ya da diyelim ki o dönem bir şekilde gözden kaçırdık. Bugünden sonra göz yuman değil, dikkatle bakan tarafta olmamız gerektiğinin bilincinde olalım. Nihayetinde araştırmak da bir sorumluluktur ve dedik ya, sorumluluk hissi taşımayan her fiilde özgür olduğunu sanır. Nitekim bilgisizlik ilgisizliği, ilgisizlik kaygısızlığı ve kaygısızlık da nemelazımcılığı getirir. O yüzden belki de ilk aşama, kendimizi eğiterek, bilgiler edinerek başlamak ve sorumluluk hissine böylece aşama aşama alışmaktır.
Sanırım her birimizin sorumluluk duygusunu güçlendirme ve köklü bir vicdan muhasebesi yapma zamanı geldi de geçiyor.
Sorarım size. Yere çöp atmamanız gerektiğini bildiğiniz halde kaç defa etrafa çöp attınız? Çiğnediğiniz sakızların kuşların gagalarına yapışacak olduğunu bilmenize rağmen kaç defa yerlere attınız? Çitlediğiniz çekirdeklerin çöplerini denizlere, göllere, topraklara umarsızca kaç defa fırlattınız? Ve bunu gibi daha nice hareketi, kaç defa yaptınız?
Tüm bunların dışında, bambaşka bir yazının konusu olabilecek kadar derin bir soru daha sormak istiyorum sizlere: Yapmamanız gerektiğini bildiğiniz halde, kaç davranışı umursamadan hayata geçirdiniz?
Bu sorunun cevabını bende merak ediyorum. Fazlaca özel cevapları olabileceği için benimle paylaşmanızı elbette bekleyemem fakat bilmenizi isterim ki, bende kendi vicdan muhasebemi yapıyorum. Sizlerden ricam da bu yönde. Bu yazıyı okuyan değerli insanlar, lütfen kendi vicdan muhasebelerinizi ertelemeden yapın ve hayatta aldığınız nefesler dahil olmak üzere birçok şeyde bireysel sorumluluk taşıdığınızı unutmayın.
Özelinde bir Müslüman olarak, genel bakışta da bir insan olarak sorumluluk duygumuzu sivriltmeli, bu yönde kendimize çeşitli yatırımlar yapmalıyız. Yalnızca etrafa atılan çöpler için değil, zihinlerimize bırakılan veya bizzat bizim oluşturduğumuz çöplerin yok edilebilmesi için de sorumluluğu bireysel olarak bizlerin alması gerektiğini unutmayınız. Görünürde küçük gibi gelen ama aslında derin sonuçlar doğurabilecek duyarsızlıklardan gerek soyut anlamda gerekse de somut anlamda kaçınmalıyız. Tabii dediğimiz gibi bu konuşulması gereken bambaşka ve derinlikli bir mesele. Yalnızca zihinlerimizin bir köşesinde kalması adına şimdilik ön gösterim olarak burada da değinmek istedim.
Yazımı sonlandırmadan önce sizlere aklınızın bir köşesinde yer edinecek bir soru daha sormak istiyorum: Büyük yıkımlar, küçük ihmallerden başlar. Bir birey olarak “kirliliğe” ne kadar dikkat ediyor, ne kadar “sorumlu” davranıyoruz?
Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. Umuyorum ki, en azından bazı şeylerin önem seviyesi zihnimizde bir miktar da olsa artmış ve farkındalık bilinç kotamızda bir yükselme meydana gelmiştir.
Sizler de rahatsız olduğunuz ve dile getirilmesini istediğiniz durumları bana bildirebilir, bu sayede bir sonraki köşe yazısının konusunun sizin fikriniz olmasını sağlayabilirsiniz.
Sağlıkla ve selametle kalın.
*
Sizler de görüş ve düşüncelerinizi beyan etmek isterseniz, sosyal medya üzerinden bizlerle iletişime geçebilirsiniz. Görüşlerinizi duymak, dualarınızda yer almak bizler için hayli kıymetlidir.
Aktif sosyal medya hesabımız, Instagram: ebrarrosmanoglu.