Dr. Mine Kılavuz Ongün

İzmir'de zamana yolculuk

Dr. Mine Kılavuz Ongün

“Gözlerin mavi İzmir, kokun çam…” — Atilla İlhan

Bazı şehirler vardır; sadece yollarını değil, anılarını da ezbere bilirsiniz. İşte İzmir, onun için tam da böyle bir yerdi. O yüzden olacak, uzun bir aradan sonra ilk kez bavul hazırlarken heyecan hissetmişti. Küçük, kolay taşınır bir çanta; içine birkaç giysi ve eski bir defter koydu. “Bir gün yine dönerim buralara, aynı gökyüzünün altına.” diye yazıyordu bir sayfasında. İzmir diyordu içinden. “İzmir başka.”

Havası daha otobüsten iner inmez yüzüne çarpan tanıdık bir serinlikle karşıladı onu. Bir zamanlar gençliğini bıraktığı şehirle karşılıklı durmuş, kim önce konuşacak diye birbirlerini süzüyorlardı sanki. Seyahat arkadaşları bu geziyi taçlandırmışlardı... Geçmişe ve şehre başkalarının gözünden bakmak, kendi hatıralarını baştan okumak gibiydi. Ortak tanıdıklar ve kültür, sohbetlerini derinleştirirken, İzmir’in sokaklarını birlikte yeniden keşfettiler.

Zaman elbette pek çok şeyi değiştirmiş. Kafeler, binalar, hatta yürüdüğü kaldırımlar bile başkaydı. Ama İzmir’in ruhu aynıydı. O serin rüzgâr, denizin sesi, bir simitçiden yükselen "taze çıktı!" nidası... İşte o zaman anladı: Bazı şehirler insanın içine kazınır. Ne kadar uzak kalırsan kal, döndüğünde seni sessizce sarar.

İzmir’de soluklanan hatıralar vardı her adımda. Kimi zaman bir simitçinin sesinde, kimi zaman bir kaldırım taşının kıyısında, martıların çığlıklarında… Yıllar önce öğrencilik günlerinde soluduğu havanın aynısı yüzüne çarpıyordu. Üniversite yıllarında kaldığı İnciraltı Atatürk Öğrenci Yurdunda onu uyandıran martı sesleri… Körfez’in üstüne düşen günbatımı…

Bir akşam vakti: Okuldan yurda yürürken sahilde mola verdiği o bankta defterin köşesine sıkıştırdığı o cümle: “Bir gün yine dönerim buralara, aynı gökyüzünün altına.”  Yıllar sonra her dönüşte hatırladığı aynı sahne…

Öğrencilik yıllarının geçtiği sokaklar, sabah telaşıyla yürüdüğü yollar,  kimi zaman vapurun güvertesinde rüzgârla dans eden düşünceleri…

Şehir yerli yerinde duruyordu, çok tanıdık, çok bildik ama derin bir sessizliğe bürünmüştü…  Çünkü şehre hayat verenler orda değillerdi. Birlikte büyüdüğü, güldüğü, sustuğu insanlar… Bunun hüznüyle içi burkuldu.

İlk rota Alsancak sokakları ve kordon… Her köşe başında bir anı, her sokakta bir tebessüm vardı hatırlanan... Kordon ise sanki birinin onları anlatmasını bekler gibi sakindi.

Konak Meydanı’nda gözlerin ilk aradığı şey Saat Kulesi… Zamana direnmenin gururu ve tüm zarafetiyle yükselen... Yüz yılı aşkın süredir şehrin kalbinde atmaya devam eden bu taş yapı, geçmişin ve bugünün tam ortasındaydı.

Vapura binip Karşıyaka’ya geçiş, eski bir alışkanlığın yeniden yaşanması gibiydi. Yine en üst kata çıktı, denizin en güzel göründüğü köşeyi seçti. Rüzgâr saçlarını karıştırdı, deniz gözlerinin içine kadar doldu. Yanındakilerle konuşmadılar bir süre. Şehir anlatıyordu zaten. Gözü Karşıyaka İskelesine kilitlendi. Değişen şehirde aynı kalan bu küçük alışkanlık, onu kendine döndürdü.

Karşıyaka sahilinde yürüyüşü Palmiyelerin gölgesinde oturma, koyu bir sohbet eşliğinde denizi izlemeler takip etti… Burası sanki geçmişin de kıyısıydı. Gökyüzüyle deniz arasında renkler dans ederken, içinden geçenleri eski defterine, yıllar önceki notlarının yanına kaydetti: “İzmir bana yeniden hatırlattı: Bazı şehirler gidilmek için değil, dönülmek içinmiş... Ne güzelsin İzmir…”

Bu ziyaret sanki bir gezi değil, ruhuna tuttuğu bir aynaydı.

En önemli rota İnciraltı idi. 

Okuluna uzaktan sevgiyle selam gönderirken hemen arkasındaki mandalina bahçelerini aradı gözleri. Onlar da yerlerini şehrin acımasız değişimine bırakmışlardı.

Atatürk Öğrenci Yurdu, karşıdaki denizle birlikte sabah martılarına hâlâ ev sahipliği yapıyordu. Hemen yanındaki kurbağalı dere, kurbağaları ile beraber yine oradaydı.  Hatta kaldırım taşlarının arası aynı yabani otlarla doluydu. 

Taş basamaklara oturup yaşını ve hayallerini sakladıkları için teşekkür etti onlara. Kendisini yine 18 yaşında hissetmek paha biçilmezdi. Duvarlarına sinmiş gençlik kokusu burnuna kadar geldi.  İşte yurda ilk giriş, babasıyla hüzünlü vedalaşma, odasına çıkış… Sonrası ise buğulu gözlerinin önünden birer birer geçen uzun bir film şeridi idi… Sabahları koştura koştura çıkılan yokuş, bugün ona yavaş adımlarla "hatırla" dedi. Molalarda dertleşmeler, hayal edilen yarınlar, zorlayıcı sınavlar, sabaha karşı ders çalışmaktan yorgun düşmüş gözler, zamansız acıkmalar... 

Şimdi bavulun fermuarı yeniden kapanıyor, defter yine çantaya yerleştiriliyor. Ama bu kez bir farkla: İçinde yeni cümleler, taptaze hatıralar ile.  İzmir, yalnızca bir şehir değil; gençliğin, özlemin ve dönüşlerin adıydı. Bu da bir yolculuk değil, kendine varıştı.

Yazarın Diğer Yazıları