Yunus Türkoğlu

Yitik Atların İzinde-2

Yunus Türkoğlu

Hacı Hüsnü Camii’nde ikindi namazını kılıp dönmüş, evin batıya bakan tarafındaki antre bölümünde oturuyordu. Gün, kızıl rengini ömrün hengâmına katmıştı. Yaşın gereği, artık hasta ve yorgun gibiydi. Oturduğu koltuğun yanındaki bastonu bunu açıkça gösteriyordu. Camiye gidip gelirken bile bayağı zorlanıyordu. Çıkmaz Sokak’ın bir başında evleri, bir başında ise cami vardı. Olsun, ümitler asla solmayacak ve ömür kandilindeki yağ bitinceye kadar cami ile ev arasında mekik dokunup duracaktı…

İkindi güneşi gölgeleri uzatırken, kavak, söğüt ve ceviz ağaçlarının yaprakları arasında sızan ışıklar camda parıldarken, tül perdeden içeriye girip etrafa ılık bir hava bırakıyordu. Oturduğu yerden sokağın sonunda ki üç yol ağzından gelip geçenleri izliyordu. Yüzündeki çizgiler ile yorgunluk izleri, sanki “Bu son demidir ömrümün.” der gibiydi.

Celal ağabeyin eviydi burası. Hanım ve oğlum Emre ile beraber ziyaretine gitmiştik. Eşi Güler abla ve çocukları pikniğe gitmişlerdi. Evde yalnızdı, biraz sohbet etmiştik.

Oturduğu yerden; gençliği, yaşadığı o yıllar bir film şeridi gibi gözünün önünden geçip gidiyordu sanki…

Çocukluk yılları babası Seyyid Efendi ve Yakup dayısının atlarıyla geçmişti. Oturdukları ev geniş bir alan üzerindeydi. Bir tarafı Kışla Caddesi, bir tarafı Başıbüyüklerin elma bahçesinin sınırında uzanan iğde ağaçlarıyla kaplıydı. Bu geniş alanda at saklamak son derece akıllıca bir işti. Ahırlarında birkaç doru kısrakları, kır donlu aygırları ve al tayları vardı.  

Daha çok dayısı Yakup Efendi’nin himayesinde atlarla ilgilenmiş, ustalaşmış ve sonunda yarışlara katılıp dereceler alacak kadar ustalaşmıştı…

Yuları, gemi alır, bezi çifte sarardı doru at Bişar’ın üstüne. Eyerini koyar, gemini takar, yuları elinde kendisi önde at arkasında biraz yürür. Meteoroloji civarında Doru ata biner, ilk önce tırıs gider. Sonrasında mahmuzu atın böğrüne hafifçe dürter ve dörtnala koşmaya başlardı.

Haçort Düzünde atının yeleleri fırtınayla taranırdı her sabah… Ceylan olurdu, rüzgârından insan zor durabilirdi üstünde. Düzlük, sofra gibi açılır, atın ayakları altında tükenirdi koştukça… Kulaklarında, yarıp geçtiği rüzgârın ıslığı vardı. Yine bir kişneme yayılır giderdi düzlüğün boşluğuna.

Haçort düzü hızını kesemez, Erek Dağı’nın yeşil çimenli ve kokulu çiçeklerinin olduğu yamaçlara kadar tırmanırdı. Doru’nun burun deliklerinden çıkan soluk sesi kesik kesikti. Terlemişti dinlenmesi gerekiyordu. Onu duldaya çekti, terini sildi. Dinlenip durulunca otlamaya bıraktı…

Celal ağabey, çimenler üzerinde oturur; yeşili, maviyi, kaleyi, Süphan’ı, gökyüzünü, bulutları ve ufku seyreder, bu güzelliklere meftun olurdu…

Haçort Düzü:

Burası, bir zamanlar Erek Dağı’nın eteklerinden Van merkeze kadar uzanan düzlüğün adıydı. Bu gün ise beton yığınlarıyla örülü kentleşmiş bir bölge. Oysa çok değil daha elli yıl önce kışları metrelerce karla kaplanan, baharda yumuşak çayırlar içinde papatya, mor menekşe, gelincik ve zambak çiçekleriyle harman olurdu. Kelebeklerin uçuştuğu, böcek vızıltıları, şırıl şırıl akan dereciklerde kurbağa vakvakları ile atların dörtnala koştukları ve yılın belli zamanlarda at yarışlarının yapıldığı çok müstesna bir yerdi…

Geceleri de bir başka güzeldi buraların; Gündüz yağan yağmurdan gökyüzü iyice yıkanmış tozdan dumandan arınmıştı. Akşam olunca; göğün parlak maviliğinde yıldızlar ile tepsi gibi ay görünmüştü. Etraf sanki gündüze dönmüş, yere iğne düşse görülürdü. Düzlük ayın şavkıyla genişlemiş bir âlem olmuştur. Erek Dağı’nın lacivert kızıl kayaları pırıl pırıldı. Hele uzaktan gelen baykuş sesleri gizemine gizem katardı. Ve burası gökyüzü altındaki en güzel yerlerinden biri haline gelirdi…

Beklenen gün nihayet gelmişti. Celal ağabey heyecanlıydı. Günlerce doru atı hazırladı.

Yarış günü düzlük çok kalabalıktı. Etraftan at getirenler vardı. Her türlü yarış atları boy göstermeye başlamışlardı. Herkes atına çok güveniyordu. Atlar yarış yerine doğru yürüdüler. Hafiften koşturanlar ve gövde gösterisi yapanlar oldu.

Yarış başlıyordu. İşaret verilir verilmez atlar koşmaya başladılar. Yüz metre sonra Celal Alan ve atı Bişar öne geçmişti. Sonrasında arayı yavaş yavaş açmış ve kırk-elli metre farkla yarışı birinci bitirmişti. Ödülünü aldı. Seyirciler günün kahramanı doru ata çok ilgi göstermişlerdi. Hatta alıcı bile çıkmıştı. Bu at evin uğuruydu, umut direğiydi asla satılamazdı…

Nasip olursa haftaya devam ederiz İnşaallah.

Saadet ve mutluluğunuz daim olsun, hoşça kalınız.

Yazarın Diğer Yazıları