Yunus Türkoğlu

Tahta Kızağım…

Yunus Türkoğlu

Van'ın karlı sokaklarında, kızağımın ayak izleri hala duruyor mu acaba?

Tahta kızağımın üzerinde keyifle yol alırken; Ne"Çille"ler, "Hamsin"ler,"Camuşkıran"lar, "Zemheri"ler ve ne "Kocakarı Soğukları" geldi geçti. Öyle habersiz, öyle çabuk bir bilseniz!

Kızaklarla kaymaktan dolayı yolları cilalanmış hale getirirdik bedavadan! Yolda yürümekte zorlanan büyüklerin bizlere ettikleri masum küfürleri duymasak diyorum, çıkarsak aradan!

Kızağımın altında "balıksırtı" vardı bir dönem, "şiş" döşedim çok havalı oldu sonradan.

Tamir işi olunca Sıddıka ablam yetişirdi imdadıma, çok beceremese de anlardı halimden…

Cemreler düşüp de havalar ısınmasın ne olur! Kızağım odunlukta yaz boyunca bensiz, ben ise hiç olamam onsuz. Arada bir onu görmeye giderdim habersiz…

Yine bir kızağım olsa da kanat taktırsam; Öğrencilerimi ve Van'daki çocukları doldursam üstüne," Uçan halı" misali gökyüzünde seyrüsefer eylesek! 

Mercimek Mahallesi'nin en süratli ve en havalı kızağı, Rahmetli Beşir Emi'nin oğlu arkadaşımız Şükrü'nün kızağıydı! Bizi her halükarda sollar geçerdi. Bu kızak profesyonel elden çıkmış gibiydi. Tahtalarının hafif, pürüzsüz ve işçiliğindeki incelikten anlaşılıyor gibiydi.  "Aerodinamik" yapısı da çok güzeldi. İhsan amca, Hüsamettin amca veya Diyarbakırlı Nezir usta gibi mahallemizin marangozlarından biri yapmış olabilir miydi? Diye düşünmeden de edemiyorum.

Laf aramızda, benim kızağımda iyi sayılırdı. Ne birinci olma şansım vardı, nede sonda kalma gibi bir ahesteliğim.

Kızağın altına; Ya balıksırtı dediğimiz tahtaya gelen kısmı düz, dış tarafı balıksırtı gibi bombeli ve döküm alüminyumdan mamul, daha çok ahşap pencerelerin açma kapama aparatlarında kullanılan bir malzemeyi veya bildiğimiz inşaat demirlerinden çakardık. Yetmişli yıllarda inşaat demirleri şimdiki gibi bol değildi. Biz çocuklar için buna erişimde kolay olmuyordu! Vakti zamanında inşaat demirleri şimdiki gibi nevürlü değil, düz kesimliydiler.

Bugünün çocukları ise kızaklarının altlarına plastik hortum çakabiliyorlar. Hayatımız plastikleşti artık!

Demir, kızağın altına döşendikten bir iki yıl sonra, sürtünmeden dolayı bir kısmı erir, sonrasında istenilen seviyede olurdu. Kızak için demirin ideal hali buydu işte. Daha çok basılıp ta sertleşmiş kar veya buz üstünde bu tür kızaklar durmak nedir bilmezlerdi! Yetişene aşk olsun!

En çok demirleri kızağın ayaklarına tutturmada zorlanırdık. Demiri kızağın ayaklarına göre kestirip şeklini uydurduktan sonra, ön ve arka taraftan sağlı sollu çiviler çakar sonra demirin üzerine eğip, keserle perçinlemeye çalışırdık.  Tahta ayaklar, sürekli olarak su ve buzun içinde olmasından dolayı deforme olur, çivileri gevşerdi. Akşamları sobanın yanına koyar kurutur, sabahları bakımını yapardık. Hafta sonları mahallede kaymaya çıkardık…

Cuma günü okul dönüşünde ertesi günün planını yapar, akşamdan yün çoraplarımızı, eldivenlerimizi ve kızağımızı hazır ederdik. Cumartesi günü kuşluk vaktinde arkadaşlarla toplanıp Vali Konağı'na doğru yola çıkardık. Bazımız kızağını koltuğunun altında taşırken, bazılarımız ise bağladığı iple kaydırarak çekerdi.  

Kışla Caddesine bakan yamaçta, karlar altında kalan çam ağaçlarıyla muhteşem manzaralar oluşturan, hatıralarımızda ayrı bir yeri olan Vali Konağı'nın karşısındayız. Konağın yan tarafındaki sokaktan heyecanla "Vali Tepesi" ne doğru tırmanıyoruz. Bu sokak, Kışla Caddesi'ni dikey kesip uzun Sokak ile birleşip devam edip giderdi…

Vali tepesindeyiz kızaklarımız ellerimizde sıraya geçtik bekliyoruz. Burada Şerefiye Mahallesi' den de arkadaşlarımız olurdu. Aşağıda üç yol ağzında bekleyen arkadaşımız, sağdan soldan vasıta geliş gidişi yoksa "gelin diye" bizi yönlendirecekti. Buna mukabil, Trafik Polis araçlarına da dikkat etmesi gerekiyordu. Zira yolları kaygan hale getirdiğimizden dolayı, Trafik Polisleri bizleri gördükleri yerde, kızaklarımızı anında sobada yakılacak evsafa getirebiliyorlardı!

Tabi yakalayabilirlerse!

Siyah Reno'yu gördüğümüz zaman; Kızağımızı elimize alıp, mühre duvarları aşarak karlara bata çıka şimşek hızında eve doğru kaçardık!

"Bu bizim kızağa olan aşkımızdandı!"

On- on beş kişi heyecanla bekliyoruz. Nihayet, aşağıdaki arkadaşımız; "gelin" işaretini verdi! Penguenlerin karlı sahillerden okyanusa atladıkları gibi, bizlerde sırayla unutulmaz bir maceraya atlıyorduk.

Son sürat tepeden aşağıya doğru akıyoruz. O mutluluğu başka bir yerde bulmak mümkün değil! Sanki başka bir boyutta, başka bir âlemdeyiz. Kışla Caddesini dikey kesip geçiyoruz. Sağ tarafta Erdal Perihan ve Şafak Önay'ların evi, sol tarafta buz tutmuş kanaldan akan kehris suyu ile Hüsrevpaşa İlkokulu'nu geçip; Uzun Sokak'tan aşağıya doğru süzülerek yavaş yavaş gözden kaybolup maziye karışıp gidiyoruz…      

Yazarın Diğer Yazıları