Yunus Türkoğlu

O Güzel Günlere Götür Beni…

Yunus Türkoğlu

Sarp kayalara, soğuk sulara, mor dağlar ile çiçekli ovalara götür beni. Dik yamaçlarda yorma, serin yaylalara götür beni. Bir zamanlar bağlarımız ve bağlarımızda güller, leylaklar, zambakların olduğu bağlara, yeşil dallarda öten bülbüllere, mis kokan şamamalara, Sıhke kavununa götür beni… Merhum Atakan Çelik’in TRT Van Radyosu’nda “Vanlıyam, şanlıyam kılıcı kanlıyam” türküsünü okuduğu o günlere, Van sokaklarında yaşanan o güzel sevdalara götür beni… Merhum Kamil Koyuncu’nun Belediye Cami’inde verdiği Cuma vaazlarına ve ikindi sonrası itfaiyenin Cumhuriyet Caddesi’ni suladığı o günlere götür beni…

Biz hep çocuk kalmalıydık aslında:

Van sokaklarını adım adım gezmeli, iğde ağaçlarıyla sohbet etmeli, sonrasında yüksek dallarına çıkıp yıldızlara ulaşmalıydık mesela…

Bahar aylarında çiçeğinin kokusunu doya doya teneffüs etmeli, sonbaharda iğdeler kızarmaya başlayınca bağlara girip gönlünce yemeliydik mesela…

Gölgesinde erişteler kesilen, yorgunluk sonrası oturulup bir yudum kahve içilen o canım iğde ağaçlarını korumalıydık mesela…

Gözel Eze’nin bahçesinde çeper olup bir ömrü bizimle geçiren dikenli kuş iğdelerinin akıbetini fırtına kuşlarına sormalıydık mesela…

 Oduncu Mustafa ağabey, Karayolları Bölge Müdürlüğü’nde görev yapardı. Eylül ayı gibi oldu mu mahallemizin en çok aranılan kişisi olurdu! Hafta sonları “oduncu gömleği” sırtında kalın kaşe kumaştan mamul pantolonu ve yeleği üstünde, Karayollarının tahsis ettiği potinler ayağında ve tabi ki baltası elindeydi. Kömür karası elmasa benzeyen bez kesenin içinde bilev taşı olduğu halde odun kırmaya giderdi…

Odunları kırmadan önce onları göz ucuyla bir süzer, sonrasında beş-on tane alır sol tarafına dizerdi. Yeleğini çıkarır, gömleğin kollarını yukarı doğru çevirirdi sonrasında büyük ve ağırca olan baltasını bilerdi!  Her şey hazırdır kıracağı sert odun ve kütüklerle bütünleşmiştir artık!

Baltayı eline alır;

“- Ya Allah, Bismillahirrahmanirrahim” der işine koyulurdu!

En sert ve düğümlü ağaçlara bir defa vurdu mu parçalardı! İşine o kadar kendini vermiştir ki o anda dünyayı görmüyordur. Baltayı tak diye kütüğe vurdu mu adeta mutlu oluyordur.

Arada baltasını bilemek, biraz nefeslenmek veya bir bardak çay sunulmuşsa onu içmek için duruverirdi. Fakat aklında zikreder gibi, şiir yazar gibi, resim çizer gibi kırılacak odunlar vardır. O, işini dünyanın en önemli görevini yapıyormuşçasına titiz ve özenle yapardı. Odunları en kısa sürede ve en verimli şekilde kırmayı kendine düstur edinmişti…

Başkale’ye doğru yolculuk başlıyor; Ah ile çıkılır Kurubaş Dağı, sağda güzelliğin sultanı Vangölü ile Süphan Dağı… Edremit durur yeşiller içinde sanki İrem bağı, inilir aşağıya gümüş grisi rengi ile akan çayıyla Gürpınar bahtiyar,  tarihin içinden fırlamış gibi Çavuştepe görülmeye değer farkıyla… Zernek Ovası derken tüm haşmetiyle karşılar Hoşap Kalesi, Güzeldere çıkılır da çıkılır sanki aya ulaşılır gitsek biraz fazlası… Sonra görünür Peri Bacaları, bunlara güzellik desem sönük kalır kısacası, burası Anadolu’nun damı çünkü en yüksek rakımlı ilçesi, işte Seyyid Fehim Hazretlerinin Başkale’si…  

Yine bir kış günüydü, çok kar yağmıştı. Bizim de o gün Melen Stadı’nda amatör küme maçımız vardı. Hakemlerimiz İlker Perihan, Ahmet Eriş ve Akoş Güner Ağabeyler; “Bu maç oynanmaz “ raporu vermişlerdi!

Spor müdürümüz Merhum Saffet Demiroğlu;”Evet, çok kar var, bu maç oynanmaz.” Demişti!

Demişti demesine ama bizimde umutlarımız kırılmıştı.  Biz bu maçı oynamak istiyorduk!

Tabii bu durumda olan bizim maça olmuştu. Çok da iyi hazırlanmıştık!

Müdürüm, bizim karda çok iyi futbol oynadığımıza, hele hele TRT’nin arkasında diz boyu karda saatlerce antrenman yaptığımıza; Hocamız Remzi Budak şahit, Rahmetli Ahmet Eğilmez ağabeyde!

Birlikte futbol oynadığımız şimdiki Spor Müdürümüz Ebubekir Şahin’de şahit!

İnanmazsanız sorun!

Neyse, bizde bundan sonraki “karlara” bakacağız artık..!

Tekel Binası’nın duvarlarındaki göz izlerimize dikkat edin tozlanmasınlar!

Gardaş Selahattin’in yıllarca parke taşlarına bıraktığı ayak izlerine hürmet edin silinmesinler!

Soğuk kış akşamlarında yanan mangalın üzerindeki kestanenin kokusu buram buram koksun!

Hemen köşede büfesinde oturan Hacı ağabeyin sesini duyar gibiyim! Bırakın orada dursun!

Van’ın hafızasından bir yaprak daha koparmayın! Sararmış solmuş haline saygı duyun hatıralar incinmesin.

Yıkmak yok etmek kolay! Koruyup kollayalım ki Vanlılar kırılmasın!

Nerede Hükümet Konağı? Nerede Atatürk İlkokulu? Nerede Kütüphane?  Artık sorularımız da yorulmasın!

Yok ettiklerimiz hatıralarımızı da beraberinde aldı götürdü! Kentin hafızasına dokunmayın!

“Bizim bu binayla arkadaşlığımız en az elli yıl!” “Dostumuzu bizden, bizi dostumuzdan ayırmayın.”

“Buğday Pazarı” mı konuşsun? Yoksa “Tablacılar Çarşısı” mı? “Eski Hal” mi? Yoksa “Divan Oteli” mi?

Bilmem merhum İsmail Çolak mı hatıraları anlatıp dursun!...

Sağlık ve sıhhatiniz daim olsun…

Yazarın Diğer Yazıları