Yunus Türkoğlu

Mazi içimde sevda

Yunus Türkoğlu

Çocukluk yıllarımızda mahallemizdeki bütün meyve bahçelerinin envanterini çıkarmıştık, kimin bahçesinde hangi meyveler var? Ne zaman olgunlaşır? Nasıl gidilir? Duvarın durumu nedir? Kaçarken görürlerse babamıza şikâyet ederler mi? Gibi bilgileri de dağarcığımızda muhafaza ederdik! Çeşminaz Teyze'nin bahçesindeki bal gibi ve sarı kaysılarının tadını da, Şahabettin amca'nın iğdelerinin ne zaman olgunlaşacağını da, Yörüklerin ziraat armutlarının kokusunu da bilirdik!  Kerpiç ve möhre duvarların üst tarafları bizim tırmanmamızdan dolayı yer yer erimişti,  buna bağlı olarak bizim pantolonların da kumaşları sürtünmekten aşınmış durumdaydı. Mahallenin her santimetresini bilirdik ve her gün kolaçan ederdik yani kontrolümüz altındaydı. Yazın ağaçların dallarında sincaplar gibi gezerdik kışın ise karların üstünde damdan dama atlar bazen de bunlar bize yetmez telgraf tellerinde gezerdik. Bizim için mutluluk; Annemizin yaptığı peynirli un helvasının kokusundaydı, soldan gelen ortaya güzel bir kafa vuruşuyla gol atmamızdaydı, kızağımın son sürat gitmesindeydi, kişmiri gülün kokusundaydı, takke başımızda büyüklerle teravih namazı kılışımızdaydı, aşık kemiğinin duruşundaydı, Çavuşbaşı Mahallesi'nden akan kanal suyundaydı, Ramazan ayında akşama yakın mutluluk içinde iftarı beklemekteydi, bayramda alınan bir çift potindeydi, sonbaharda okulun önünde satılan sarı ayvadaydı. Mutluluk uçurtmamızın kuyruğundaydı,  misketimizin rengindeydi, fırfıramızın sesindeydi, Âdem ile kanal başında oturup yediğimiz kuru eriğin tadındaydı. Mutluluk vesselam çocukluğumuzun saf ve temiz duygularındaydı…

İlk hatıramızla başlayalım;"Beni zıvanadan çıkarma" Tabiri vardır ya hepimiz biliriz, şimdi bunla ilgili çocukluğumuzda yaşadığımız bir hatırayı sizlerle paylaşmak istiyorum; Şimdi Maraş (Kazım Karabekir) Caddesi ile Cumhuriyet Caddesi'nin kesiştiği göbekteyiz. Bir tarafta Cevdet Yörük Petrol Bir tarafta Ezberciler İş Hanı ve bir tarafta ise Bayram Oteli, hepimizin gayet iyi bildiği bir yer burası. O yıllarda Van'da vesait, Rahmetli Babamın tabiriyle de Makine pek fazla yoktu, daha çok belediye otobüsleri, resmi otolar, ticari taksiler ve cüzi miktarda da özel otomobiller vardı. Akşam saatlerinde özelliklede Ramazan akşamlarında trafik biraz işlek olurdu, yaşı elli veya ellibeşin üzerinde olanlar hatırlayacaklardır: Tam yolun ortasında sacdan yapılmış daire şeklinde, göbek boyunda küçük de kapısı olan bir aparat vardı, işte buna zıvana derlerdi.  Akşama doğru kendine has yeşil üniforması ve başında beyaz kasketimsi şapkasıyla Trafik Polisi kardeşimiz gelir bunun içine girer trafik akışını yönetirdi. Elleriyle "DUR""GEÇ" "DİKKAT" vb. hareketler yapardı ve trafik buna göre akardı. Bizim de çocukluk yıllarımız, arada denk gelirsek seyretmeyi severdik bazen de denk getirmeye gayret ederdik. Gençler sosyal medyadan resmini bulabilirler diye tahmin ediyorum, bir baksınlar hem nostalji yapmış olurlar. Trafik Polisi kurallara uymayan birine büyük ihtimalle "Beni zıvanadan çıkarma" derdi, çıkarsam gününü görürsün! Yani "-Cezayı keserim." Kimseyi zıvanadan çıkarmayalım, önemli olan ceza değil söz konusu olan bizim ve karşıdaki insanların sağlığıdır. Lütfen trafik kurallarına harfiyen uyalım ki hiç kimse üzülmesin! Veya benim gibi bisiklet sürmenizi tavsiye ederim! İhtimal yukarıda yazmış olduğum deyimde buradan geliyor olmalı.

Mercimek Mahallesi'ndeyiz. Ağustos ayı, sıcak bir Ramazan günündeyiz, sabahları arkadaşlarla beraber öğlene kadar Eski Büyük Camiine Kuran dersine gidiyoruz, öğlenden sonraları da mahalledeyiz. Sabahattin Dalkıran, Âdem Dikici, Çetin Ömeroğlu, Engin Dede ve Ben, teravih namazlarını her akşam Hacı Davut Cami'sinde beraberce kılıyoruz. Her akşam dersem biraz haksızlık etmiş olurum, kaçanlar da olurdu! Onlar kendilerini bilirler!. Bizim mahalledeki Hacı Hüsnü Camii o tarihlerde henüz daha yapılmamıştı, bize en yakın Hüsrev Paşa İlkokulu'nun arka sokağında olan kubbesiz, asma katı ahşaptan olan küçük ve çok şirin olan bu camiiydi.

Sabahattin, hadi arkadaşlar iftara daha çok var şöyle Çalık Sokak'ının oralardan bir tur atıp gelelim diye bir teklif getirdi, bizlerde kabul ettik tabii ki. Çalık Sokak'tayız, arkadaşlar Saffet Amca'nın kapısının önünden geçerken biraz bahçeyi incelediler bu arada elma ve armutların fizibilite raporlarını çıkardılar. Plan program yapılmış amma ve lakin benim haberim yok. İftarımızı yaptık sonrasında bakkal İdris Ağabey'in dükkânının önünde buluştuk ve camiye doğru sohbet ederek yürümeye başladık ve plan şu; Namaz bitiminde, en ön safta namaz kılan ev sahibi Saffet Amca tembihata kalırken biz çıkıp, ondan önce bahçeye varıp elmaların tadına bakacağız. Yanlış anlamayın lütfen, elmaların tadına bakacağız diyorum. Biraz ev sahibinden habersiz olacak ama işte çocukluk. Teravih namazını kıldık, İmam Zeki Hoca selam verir vermez bizler göz göze geldik ve hemen ahşap merdivenlerden koşar adım inerek ayakkabılarımızı yolda ancak giyebildik süratle Mahalleye doğru gidiyoruz. Bu sokakta semaverler yanıyor kanaldan sular akıyor iftardan sonra sokak sakinleri oturmuşlar çaylarını yudumluyorlar. Zeki Çelik ile Kerim Tuncer'lerin evi geçtik Dere sokağına doğru yöneldik Bayram Hoca'ların evden sonra Mustafa Bağrıyanık'ların evden sola döndük Çalık Sokaktayız ve elmalar bizi bekliyor. Sabahattin önde Âdem, Çetin, Engin bahçe kapısını açıp alelacele içeriye daldılar, eve doğru beton yolun her iki tarafında meyve ağaçlarından başladılar toplamaya, ben kapıda nöbetçiyim elmaları koyunlarımıza, ceplerimize doldurup dırcıh ata ata mahallede nefesi alıyoruz. Bu saatte bütün arkadaşlarımız bakkalın önündeler,biz de elmaları hem yiyoruz hem de arkadaşlarımıza dağıtıyoruz.Ramazan ayı ya,hayır yapıyoruz güya..!Bizim Ramazan'ımız teravih kılınınca bitiyormuş demek, sahur yedikten sonra tekrardan başlıyor.o arada elma aşırmak eğlence belki de oyun gibi bir şey. Saffet amca hakkını helal et!

Yine o dönemlerde Sierra marka ile lambalı radyolar, pikaplar ve taş plaklar vardı. Radyoda akşamları "Arkası Yarın" "Radyo Tiyatrosu" Buna bağlı olarak  "Bir HikâyeBir Roman" dinlerdik. İstekler TRT Van Radyosundan istenir cumartesi günleri heyecanla beklenirdi. Davut Sulari, Recep Kaymak, Mahmut Erdal ve İsmail Polat'tan türküler dinlerdik. Bir dönem arkadaşımız Kamil Altınbaşak'ta bu programı yaptı ve yönetti, İşi rast gele… Tabi TRT Erzurum Radyosu'nu ve "Yurttan Sesleri"de unutmayalım. Akşam 19.00 Ajanslarını da büyükler hiç kaçırmazlardı. O dönemde Nedret Güvenç, Kerim Afşar, Tomris Oğuzalp, Yıldırım Önal, Çetin Tekindor gibi tiyatrocular bu "Arkası Yarın" ile " Radyo Tiyatrosu"nda seslendirme yaparlardı, Efektör Ertuğrul İmer ve dinleyenleri çok etkilerdi. Yaşayanlar bilirler hem dinler hem de hayalimizde o yerleri gezip gelir, bizlerde onlarla birlikte olayları yaşardık sanki. "Bir Hikâye Bir Roman"da ise dünya klasikleri ile yerli ve yabancı romanlar okunurdu. Yaz akşamları ışığı söndürür pencerenin önünde oturur ay ışığında kanal suyunu ve çırçırın huzur veren sesiyle hem çayımızı yudumlar, hem de dinlerdik çok güzel olurdu. Kışları ise radyoyu yatağımızın için alır dinler sonrada uyurduk.

Mercimek Mahallesindeyiz, Tüfekçi Cemil(Keyfi)Amca ve Hanımı Hamide Teyzeler bizim yakın komşularımız. Cemil Amca'nın av tüfekleri sattığı tamir ve bakımını da yaptığı dükkânı vardı ve aynı zamanda iyi de bir avcıydı. Hamide Teyze bordo kadife elbise giyer üstüne de altın hap dediğimiz ziynetlerini, düğünlerde ise bunları altın kemeriyle beraber takardı. Ablalarımın da arkadaşları olan Sebahat, Nebahat ve Melahat adında çok güzel ve bir o kadar sevecen, her zaman şık giyinen üç kızları vardı. Bu Mahallemizin ablaları bizlere göre abla diyorum siyah beyaz Türk Filmlerinden çıkmış gibiydiler, Türkan ŞORAY ve Filiz AKIN misali çarşıya çıktıkları zaman mahalleden yürürken biz çocuklar bile hepimiz hayranlıkla onları izlerdik. Çünkü 70'li yıllara göre giyim tarzları bayağı asortik ve bir o kadar da fanteziydi, İspanyol paça pantolonlar, kalın kemerler, yüksek dolgu topuklu ayakkabılar, kısa saplı rugan çantalar, fular, siyah gözlük, bazen geniş şapka ve üstüne tunik giyerlerdi. Mahallemizin hiç unutamadığım sakinleriydiler. Ablam yazılarımı okuduktan sonra bazen bana şöyle diyor; Ah! Bir kamera olsaydı da o güzel günleri filme çekebilseydik ne iyi olurdu… Ölenlere Rabbim Rahmet etsin, kalanlara sağlık ve afiyetler dilerim.

Hoşçakalınız

Yazarın Diğer Yazıları