Yunus Türkoğlu

Hamal Arabası

Yunus Türkoğlu

Günün birinde Van tarihini yazacak birileri olursa, üç tekerlekli araba veya hamal arabasından bahsetmeden geçmemeli diye düşünüyorum, ben bu arabaları seviyordum, seviyorum. Çocukluk yıllarımızda şimdiki kadar vasıtalar haliyle yoktu, daha çok hamal arabalarıyla beraber yaylı dediğimiz at arabaları Van sokaklarında seyrüsefer ederdi. Elde olmayan sebeplerden dolayı atların çevreyi biraz kirletmesini saymazsak her ikisi de gayet çevreci araçlardı. Bu yazımda Üç tekerlekli arabayla olan bir anımı anlatmak istiyorum.

"Bugün bunu anlatmak istiyorum" diye başlayan cümleler bazen bizi hiç umulmadık mecralara, hiç umulmadık hatıralara, hiç umulmadık güzelliklere götürebiliyor. Bunun yanında İnsan yazmaya başlayınca ister istemez bambaşka konular, kişiler, mekânlar ortaya çıkabiliyor. Belki de bir başlığa takılıp kalmamak lazım. Başlığını beğenmeyip de okumadığımız bir yazı hiç ummadığımız güzellikleri kaçırmamıza sebep olabilir…  İnsan, okuduğu kadar vardır!

Her ne kadar başlığımıza "Hamal Arabası" dediysek de birazda okuma sevdasını da anlatmaya çalışacağım. Rahmetli babam emekli olduktan sonra, eski Sebze Pazarı'nın kuzey tarafında TEKEL Binasının olduğu sokaktaki Divan Oteli ile Fırının tam karşısında ahşaptan yapılmış barakamsı küçük bir dükkânda kitap satmaya başladı. Bu dükkân Belediyeye aitti, bir süre bu işe orada devam ettikten sonra Van Belediyesi sebze halinin etrafına yeni dükkanlar yapmıştı, bu defada güney tarafına doğru bir dükkan babama düşmüştü.

Babam, burada daha çok; Kuran-ı Kerim, Arapça kitaplar, Elifba cüzü, İslami kitaplar, ilmihaller, Amentü Şerhi, Peygamberler Tarihi, Kerem İle Aslı, Mızraklı İlmihal, Hz. Ali'nin Cenkleri, Leyla İle Mecnun, Yusuf İle Züleyha, Ferhat ile Şirin türü kitaplar satardı. Annem ve aile yakınlarımız, yaş da geçiyor yoruluyorsun biraz dinlen derlerdi! Ama babam okumayı çok sevdiği için herkesinde okumasını isterdi, kendisi kitap sevdalısıydı vazgeçemezdi çünkü hayatı okumakla geçmişti. Her gün bir cüz Kuran-ı Kerim okumadan evden çıkmazdı. Buna bağlı olarak sürekli okurdu, yatağının yanındaki duvara raf yapmıştı günlük okuyabileceği kitaplarına her an ulaşabilsin diye. Kitaplarının büyük bir bolümü Arapça'ydı, dükkânında Arapça dersler verirdi. Ayet ve hadisleri bizlere okur mealen anlatırdı. Her gün istisnasız Tercüman gazetesi okumayı adet edinmişti. Gazeteci Alettin ağabey her gün gazeteyi ayırırdı.

Dükkân komşularımız, Tenekeci Hasan Usta, Tenekeci Ömer Usta, karşımızda deri işi yapanlar ile sokağımızda daha çok lastikçiler vardı. Bizim dükkân komşularımızdan olan ismi ilgimi çeken birini anmadan geçemeyeceğim. Aynı sokakta lastik çizme. Mesh çorap, cizlavit, boğabaş vs. satan aslen Siirtli olan, bu esnafın adı Şit idi. Ben bu ismi ilk kez orada duymuştum çok da ilgimi çektiği için sizlerle paylaşmak istedim, bu ağabeyi de orada tanımıştım, şayet yaşıyorsa Rabbim selamet versin. Bu arada güzel bir Peygamber ismini de anmaya vesile olduk.

O yıllarda Kazım Karabekir Ortaokulu'nda öğrenciyim. Haftada en az iki veya üç defa babamın yanına alış verişe giderdim. Bu durum Lisede de devam etti. Gidişim okulun durumuna göre değişirdi, bazen sabah bazen öğlenden sonra olabiliyordu.Cumartesi günlerinde gittiğim zamanlarda ise, alabileceğimiz kadar kitabı alır Cumhuriyet Caddesi'nde sergi açardık.Orada ben hem kitap okur, hem de kitap satışı  yapardım.Arada teyzemin oğlu M. Faruk Çakmakçı,Rahmetli Dayım İ.Hakkı Yaşar,birde akrabamız Necati Güngör'de babama yardım ederlerdi. Sergimizi Tekel binasının karşı köşesinde, bir de Sebze Pazarı'na giden sokağın köşede açardık. Burada Tüp satan Yörüklerin dükkânları vardı. Arada kitapları Rahmetli Terzi Refik Tüfekçi dükkânına koyardık, Pazartesi babam alırdı. Tabi o sıralar ben orada olamam, okuldayım.

Saçı sakalı kirden, pastan biri birine karışmış, paltosu lime lime olmuş, bu âlemde mi?  Başka âlemde mi? Olduğunu anlayamadığımız, Gardaş Selahattin'i görünce hüzünlenir, duygulanır ve üzülürdüm.

Omuzun iki tarafından sarkan kovalara kerhiz suyu doldurup, hafif bir türkü mırıldanarak taşıyan, taşırken de hiç kimseyi takmayan, Aloş'u da görünce neşelenirdim.

Tablacılar Çarşı'sının köşede Süleyman Genç, Sami Sani ve Hasan Hüseyin Gülseven'in dükkânlarının önünde yüksek bir sesle "- Kırılmaz Paşabahçe bunlar "diyerek çay bardaklarını kaldırımın kenarına vurarak satan Rahmetli Şoratan Salih ağabeyi görünce; hitabetin ve pazarlama sanatının inceliklerini ve gücünü görüp şaşırırdım. Bardaklar'da nedense hiç kırılmazdı!!

Sabah saat on gibi, siparişleri almaya babamın yanına gidiyorum. Beraberce alışveriş yapardık. İlk önce Sebze Pazarı'na giderdik, Sebze Pazarı'nın kuzey tarafındayız, burada iki kapı var, sol taraftaki Peynirciler Çarşı'na sağ taraftaki Sebze Pazarı'na açılırdı. Biz sağ taraftaki kapıdan girdik. Hemen girişte sağdan ikinci dükkân, Siirtli Necdet ağabeyin kasap dükkânıydı, burayı kardeşiyle beraber işletirlerdi.

Buradan ciğer, kuyruk, et, kıyma arada mumbar alırdık, duruma göre Abdullah Çakır, Remzi Coşkun veya Peynirci Hoca'dan otlu peynir, cacık, tereyağı bazen de bal alırdık. Tam ortada, buz gibi zernebat suyunun aktığı dörtlü çeşme vardı, zincirle çeşmenin taş gövdesine bağlı olan kalaylı bakır tastan su içmeden geçmezdim.

Oooh be!! İyi ki geçmemişim.

Daha sonrada Sebze Haline giderdik mevsimine göre patates,soğan,kasa ile domates,biber,patlıcan,salatalık,üzüm,lahana gibi sebze ve meyveleri alırdık.Her zaman hamal arabası olmazdı,çoğu zaman file ile taşırdım.

Ben, hemen bir Hamal Arabası bulup getirmeye koşardım. Bunlar genellikle Buğday Pazarı, Küçük Cami ve Özel İdare Binası'nın o civarlarda olurlardı. Birini alır gelirdim. Birkaçı ile de tanışmıştık. Hakkârili Şehmuz ağabeyi, Lise yıllarımda Ethem ağabey vardı, bu kardeşimiz Tozoğlu Muzaffer'in annesi mahallemizin ebesi Nuriye Eze'nin yanında kalır ve aynı zamanda hayvanlarına da bakardı.

Hamal arabası deyip de geçmemek lazım, bu arabaları hayat tarzı edinmiş insanlarımız vardı. Köyünden, ilçesinden Van merkeze göçmüş bu arabalarla gecelerini gündüzlerine katıp, yaz sıcağı kış soğuğu demeden çalışıp ailesini helalinden geçindirmeye çalışan, çocuklarını okutan cefakâr babalar vardı. Az olsa da bunlarda Van ekonomisine katkı sağlayan nakil araçlarıydılar. Kültürümüzde üç tekerlekli arabalar güzel bir anı olarak kalacaktır.

İaşemizi yükledik, yola çıkmaya hazırız. Babam pazarlık yapmayı severdi, yola çıkınca da sürücü bana, deden ne kadar pazarlıkçı derdi, bende babam o benim derdim.

Sebze Hali'nin karşısındaki sokaktan Cumhuriyet Caddesi'ne çıktık. Ben Hamal Arabasında oturuyorum, kendimi şehzade gibi görüyorum. Gökyüzü benim, Cumhuriyet Caddesi benim, keyfime diyecek yok, çocukluk bu ya son derece mutlu olurdum, bu keyfi artık hiçbir zaman alamadık. Cadde bomboş tek tük araçlar gidip gelirken kaldırımlardaki insanlarda çok farklı değil. Şimdi Mercimek Mahallesi'ne kadar önemli gördüğüm yerleri sizlere anlatmaya çalışacağım. Aslında hepsi önemli, fakat önceki yazılarımda değindiklerimi anlatmayacağım. Sağa döndük solumuzda Rahmetli babamla bir kez gitmiştik, Yahudi Müşi'nin hırdavatçı dükkânı. Bu dükkânda tabiri caizse yok yoktu hırdavat üzerine her şey mevcuttu, sonradan burada başka dükkân epeyce kaldı.

Çarşı Karakolu'na giden sokağı geçtik, yine yolun solundayız, bahçesinde Vangölü şeklinde yapılan havuzu ile tarihi Kütüphane, biraz ilerisinde Belediye Binası, bununda biraz ilerisinde Atatürk İlkokulu. Belediye binasına bir şey demem mümkün değil ama Kütüphane ile İlkokul binaları korunabilseydi ne iyi olurdu!

O yıllarda bir iki gün Kütüphanenin bahçesinde bir telaş ve çalışmalar olduğunu görmüştüm, etrafı brandalarla kapanmış, sandalyeler, ses sistemleri filan koyulmuştu. Yaşı bizden büyük olanlar yani altmış yaş üzeri olanlar daha iyi hatırlalar, Rahmetli Neşet Ertaş, o günün gecesinde konser vermişti. Akşam abim konsere gidince bende bu sayede öğrenmiş oldum.

"Gönül Dağı Yağmur Yağmur, Boran Olunca…"

Yolun sağ tarafından Nevzat Amiklioğlu, Bilal Türkmenoğlu dükkânlarını geçtik. Yörük Petrolü geçtik sağ taraftan yola devam ediyoruz. Karşımıza kerpiçten yapılmış, yer yer yıkılmış ve üst tarafları yağmurdan, güneşten erimiş,  Perihanoğlu ailesinin bahçesi bizi karşılıyor. Yıllarca o yolun kaldırım taşlarını çiğnedik, başını yola doğru uzatan ayva ve iğde ağaçlarının bizlere gülümsemelerini izledik durduk.

Yine soldayız; yamaçta çam ağaçlarının içinde bir köşk, mevsim kış, kar yağmış çam ağaçları muhteşem manzaralar oluşturmuş

İçeride şöminede meşe ve zeytin kütükleri çıtır çıtır yanıyor. 

Rahmetli Hulusi Kentmen, fuları boynunda bacak bacak üstüne atmış gazete okuyor. Kapı zili çalıyor.!

Yardımcı kız koşuyor kapıyı açıyor, Soğuktan üşümüş bir halde Filiz Akın ile Ekrem Bora içeri giriyorlar..!

İşte burası siyah beyaz Türk filmi çevrilecek kadar güzel bir konaktı, bildiğiniz Vali Konağı. Burası da korunabilseydi ne kadar iyi olurdu!!

 "Geçmiş Zaman Olur ki Hayali Cihan Değer."

Kışla Caddesinden sağa döndük, Dere ile Çalık Sokaklarına giden yolları geçtik, sol taraftan yola devam ediyoruz, arkadaşım Çetinlerin evi ile Selahattin, Halil Dalkıran'ların evi görünce nefesim çıktı!" Mercimek Mahallesindeyiz fakat bu hiç unutamadığım yolculuklardan biri bittiği için de üzgünüm. Eve vardık, malzemeleri indirdik, arabacıya bir bardak su veya vişne şurubu ikram ettikten sonra yola saldık…

Hoşcakalın, sevgiyle kalın.

Yazarın Diğer Yazıları