Yunus Türkoğlu

Dereden Tepeden Van…

Yunus Türkoğlu

Biz yetmişli yılların çocuklarıyız, küçük şeylerle mutlu olmayı öğrendik. Bir avuç sevgi, biraz huzur, bir lokma ekmek ve bir dirhem umut bizlere yeterdi. Defter kenarlarına süs yapar, çizgi romanlar okur, siyah önlük giyer, beyaz yakalık ve kolalı manşet takardık. Mahalle çeşmesinden bakraçlarla eve zernebat suyu taşırdık. Büyükler kapıdan girince ayağa kalkar saygı ve hürmet eder, başköşeye oturması için yer gösterirdik. Anne ve babayla yolda yürürken bir adım geriden giderdik. Günler, haftalar, aylar, mevsimler ve yıllar geçtikçe o günler zihnimizde tatlı hatıralar olarak kaldı.

Hatırada; hatır var, gönül var, biraz iç burukluğu, hüzün, bazen de gözyaşı var. Dostluklar eskidikçe kıymetleniyor derler ya işte hatıralarda öyle vakit geçtikçe değer kazanıyor. Yetmişli yılları İstesek de istemesek de özlüyoruz!

O yıllarda teknoloji ile tanışıklığımız yalnızca Sierra radyolar, taş plak çalan pikaplar birde siyah beyaz fotoğraf çeken makinelerdi… Teknoloji: ruhumuza, benliğimize ve hafızamıza belirli belirsiz çizgiler atmamıştı, zihnimiz berrak, insanlığımız duru ve dostluğumuz bakiydi. 

Biz hep çocuk kalmalıydık aslında…

Mercimek Mahallesi’nde bir iğde ağacının dalına çıkıp, daldan dala atlayarak Tepebaşı Mahallesi’ne kadar gitmeliydik mesela…

İğdelerin kızarmasını beklemeye tahammül edemeyip, yeşil iğdeleri tenekenin üzerinde pişirip yemeliydik mesela…  

Bazılarının kuşatanını (sapan) kırıp, iğde yemeye gelen kuşları korumalıydık aslında…

Büyüklere sakın iğde ağaçlarını kesmeyin çünkü bunlar kuşların yuvası ve rahmeti sonsuz Rabbimizin nimetidir demeliydik mesela

Van kültüründe Emek ve Şehir sinemalarının büyük bir yeri olduğu kesindir. Bizden önceki yılları bilemem ama yetmişli yıllar Türk filmleri ve Van’daki sinemalar açısından güzel yıllardı. Sonraki yılları göz önünde bulunduracak olsak yetmişli yılların ekonomik yönden de kazançlı geçtiğini tahmin ediyorum. O yıllarda insanlar için tek eğlence, alternatifi olmayan sinemaydı. Hafta sonları özellikle Emek Sineması hep dolu olurdu. Cumartesi kadınlar matinesi, pazar günleri ise erkekler doldururdu koltukları.

Yaz günlerinde ise yazlık sinemalar revaçta olurdu haliyle. Düşünün henüz televizyon hayatımıza girmemiş, daha yeni yeni siyah-beyaz filmlerden renkli filmlere geçiş dönemindeyiz. Haftada bir-iki kez romantik Türk filmlerini izlemek herkesi mutlu ederdi.

Gel yine bereketli yağmurlar gel, rahmet rahmet yağ yapraklara, çiçeklere ve toprak damlara, bıhırılara, saçaklara. Sonra şoratandan dökül sinelere, dökül gönüllere, dökül sonsuzluklara pırıl pırıl…

Gel yine gel, şoratandan dökülen sularınla senin zikrini, senin melodini, senin şırıltını yine dinlesin sana hasret kulaklarımız hüzün hüzün!

Gel yine gel, nazlı nazlı akan sularınla bulutlara kadar bir merdiven yapayım basamak basamak.

Gel yine gel, lilli akan sularınla, gökyüzünü mavi bir tuval edip, üzerine senin resmini çizeyim şırıl şırıl! Van’a yine yağmur yağsa, yine sular akıp akıp gitse, yine toprak evlerin kireçli duvarlarında şoratan çiçekleri sarı sarı açsa.

Gel yine bereketli yağmurlar gel, şoratanlar yeniden akmaya başlasın sayende…

Bir zamanlar kredi kartlarının olmadığı, marketler ile büyük alışveriş merkezlerinin de esamisinin dahi okunmadığı, peşin para veya hiç para vermeden dahi alış veriş yaptığımız günlerdi! Van’da esnafların çoğunu tanır tabi onlarda bizleri tanırlardı. Ayakkabıya ihtiyacım olunca gider İş Bankası’nın ara sokakta Ayakkabıcı Turgut Ağabeyden ayakkabı alırdım. Parası büyükler tarafından sonradan ödenirdi.  Et, kıyma ihtiyacı olunca Kasap Necdet ağabey’den alır akşam babam gider parasını öderdi. Annem, teyzemler ve komşular Özvan ile Rekor’dan alışveriş yapar haftalık olabilir veya bir dahaki gidişte öderlerdi. Güzel bir adet vardı daha müşteri ağzını açmadan o güzel esnaflarımız; ”- Tamam tamam, git sonra verirsin.” derdi. Hem de Van’ın tüm esnafı bu sözü bütün samimiyetleriyle söylerdi.

Engil Çayı boydan boya buz tutsa, kızakların üstüne bıraksak çocukları,  arkalarından da biz itsek ve onlarla beraber koşsak. Kurtlarla tilkilerde bize eskortluk ederlerse değme keyfine. Gürpınar’dan Vangölü’ne kadar gönüllerince bıkana kadar kaysalar! Hız sınırı yok, tehlike yok, Trafik Polisi hiç yok. Gönlünce muradınca kaysın çocuklar, doya doya, kana kana …

Meşgeldek’te bir çay molası verebilir miyiz?

Botan Çayı akıyor, Vaviran Yaylasını geçiyor sağdan soldan katılan dere ve dereciklerin güç vermesiyle daha büyüyor. Botan akıyor şırıldayarak, Botan akıyor çağlayarak, Botan akıyor ruhları yıkayarak. Sol tarafta Çatak Dağları boylu boyunca uzanıyor yamaçlarındaki ceviz ağaçlarıyla ve dallarındaki saksağanlar, kuzgunlar, kargalar ve hüdhüdler seyrediyor. 

Vangölü:

İskelede siloların önünden suya atlayıp tahta iskeleye kadar yüzüp de geriye gelirken benimleydi. Bazen sakin dalgaları sahile vururken lisanı haliyle zikrimdeydi. Fidanlıkta suyun altında gözlerimi açıp zemindeki çakılları izleyerek dakikalarca ilerlerken mutluluğumdaydı.  İşkirt’te kavakların altında kahvaltı edip tadına doyulmaz maviliğini izlerken çayımın tadındaydı. Edremit’te akşam vakti kayaların üzerinde oturup güneşin batışını seyrederken şarkılarımdaydı. Akdamar Adasında badem ağaçlarının çiçeklerini koklarken gözlerimdeydi. Bir kış günü Van’a gitmek için Edremit’te minibüs beklerken, kayalara çarpan şiddetli dalgaları yola kadar gelirken selamımdaydı..Fırtınalı sularda feribotla Tatvan’a gidişimde Nuh(as) aklımdaydı, Koca Barbaros hayalimdeydi. Van Kale’sinden, Erek Dağı’nın zirvesinden O’nu seyrederken kalbimdeydi, ruhumdaydı, benliğimdeydi, tefekkürümdeydi.  Aslında O her zaman yanımdaydı, yanımızdaydı…

Hoşça kalınız...

Yazarın Diğer Yazıları