Yunus Türkoğlu

Cümbüşçü Aslan Ağabey

Yunus Türkoğlu

Biz yetmişli yılların çocuklarıyız, küçük şeylerle mutlu olmayı öğrendik, bir avuç sevgi, biraz huzur, bir lokma ekmek ve bir dirhem umut bizlere yeterdi. Defter kenarlarına süs yapar, çizgi romanlar okur, siyah önlük giyer beyaz yakalık ve kolalı manşetler takardık… Mahallenin çeşmesinden evlere bakraçlarla zernebat suyu taşırdık, büyükler kapıdan girince ayağa kalkar saygı ve hürmet eder yer gösterirdik, onlarla yolda yürüyünce yarım adım gerilerinden giderdik. Günler, haftalar, aylar, mevsimler ve yıllar geçtikçe hatıralar ruhumuzda tatlı anılar olarak kalıyor. Hatırada hatır var, gönül var, biraz iç burukluğu, hüzün, belki biraz gözyaşı belki de şairin dediği gibi "Lale devri çocuklarıyız biz, vaktimiz çoktan geçmiş." gerçekliği var. Hatıralara çok takılmamak lazım doğru fakat tamamen görmemekte yanlış. Dostluklar eskidikçe kıymetleniyor derler ya işte hatıralarda öyle vakit geçtikçe değer kazanıyor, mesela yetmişler "Nevi şahsına münhasır" yıllardı, istesek de istemesek de özlüyoruz…O yıllarda teknoloji ile tanışıklığımız yalnızca Sierra radyolar, taş plaklar çalan pikaplar ile birde siyah beyaz fotoğraf çeken makinelerdi, teknoloji ruhumuza, benliğimize ve hafızamıza belirli belirsiz çizgiler atmamıştı, zihnimiz berrak, insanlığımız duru ve dostluğumuz bakiydi.

 

Kimse geçmişini satın alacak kadar zengin değildir.(Oscar Wilde) Bu yazımda nasip olursa Van'ın tanınmış simalarından olan ve belki yüzlerce belki daha fazla insanın nişan, düğün ve sünnet merasiminde bulunmuş, anılarında yaşayan,çalıp söylemiş mutlu günlerine şahitlik etmiş,hepinizin tanıdığı veya en azından ismini duyduğu Mahallelimiz sakinlerinden Aslan ağabey ve onunla olan iki hatıramı anlatmak istiyorum. Hem onu anmış oluruz hem de birer Fatiha okunmasına vesile oluruz. Önceki yazılarımdan birinde demiştim, bizim mahallede renkli simalar var diye, işte onlardan biri… Bir sonbahar akşamı Sıddık'a ablam elimi tutmuş diğer iki ablamda yanımızda, Mazhar Hocaların köşeden Meteorolojiye doğru yürümeye başladık, tahta direklerdeki sokak lambaları azda olsa yolu aydınlatıyor, toprak yolda sağlı sollu birkaç evi geçip  yürümeye devam ediyoruz, güzel bir akşam yürüyüşü, sağımızda Hacı Hüsnü Cami biraz ilerleyince Tunca Uras İlkokulu, solumuzda, boydan boya uzanan kerpiç duvarların bitiminde bahçe içinde tek katlı tipik Van projesiyle yapılmış  can arkadaşım Caner Okuldaş'ların ev ve bahçeleri uzayıp gidiyor. Biraz daha ilerlersem Veysel Aysan ile İsmet Yetkin dostlar var ama bu seferlik buraya kadar İnşallah bir dahakinde onları da anlatırız. Burada çok güzel hatıralarımız var, okul sonrası Caner'le ahşap direkli bu antrede oturur Rahmetli annesi bizlere bir şeyler verir hem yerdik hem de daha çok "Tarkan" çizgi romanların olduğu kitapları büyük bir zevkle okurduk.Bahçe kapısının girişinde sağlı sollu güller, zeringedekler ile kuzeyden güneye doğru uzanan çok güzel bu bahçenin nefis elma ve armutlarından da çok yerdik.Lise yıllarımızda Coşkun amca yetiştirdiği çilek fidelerinden verirdi, bizim bahçeye ekerdim. Coşkun amca, çok kültürlü ve bilgili insandı geçen yazımda anlatmıştım, biz Van kültürünü, gelenek görenek örf ve adetlerini, güzelliklerini Mahallemizdeki büyüklerimizden aldık. Hepsinin mekanları cennet olsun.  Sağ taraftayız iki katlı tarihi Van evinin önünde durduk evin ışıkları yanıyor içeride tatlı bir telaş olduğunu sezinliyorum çift kanatlı tahta kapının üstündeki tokmağı çalacağız ama durun!Burada sizlere bir anekdotu anlatmadan ve tarihe not düşmeden kapıyı çalmayalım!.

Bir cumartesi günü saat on onbir gibi mahallede top oynuyoruz gazeteci oldukları her hallerinden belli olan üç kişi ellerinde çantalar, fotoğraf makineleri vs. mahallemizde geziyorlar, maçı filan bıraktık bunlarla beraber bizde bütün sokakları gezmeye başladık.Bunlar sanat değeri olan ahşap kapıların üstündeki kapı tokmaklarının resimlerini çekmeye başladılar,arkadaşlarla beraber bizde onları izliyoruz. Kapının karşısına üç ayaklı sehpayı kurup büyükçe bir fotoğraf makinesiyle kapının yakın ve uzak planda resmini çekiyorlardı, elinde kalem kağıt olan kişide not alıyordu.Bu kapı tokmakları arasında el şeklinde,aslan başı şeklinde, halka şeklinde ve daha birçok şekilde olanlar vardı, bunlar daha çok pirinç ve parlak metallerden yapılırdı tabi bunlar zamanla kararmış ve paslanmış haliyle renkleri değişmişti. Bunlar belki bir ders kitabında,dergide veya sanatla ilgili bir mecmuada yayınlanmış olabilir. Belli mi olur, bundan sonrada bir yerlerde görebiliriz! Nihayet kapıyı çaldık ev sahipleri açtılar salona girdik, sol tarafta; çıkıp inmesi, çıkardığı gıcırtıları ve griye dönen rengiyle ayrı bir güzelliği olan, Edremit'teki evimizde vardı oturur çay içerdim, evet çocukken hepimizin çok sevdiği ahşap merdivenlerden bahsediyorum. Bu merdivenlerden yukarı salona çıktık hemen solumuzdaki kapıdan odaya girdik! Yerde el dokuma halı, baş tarafta duran divanın gırlenti ve örtüsü etamin işlemeli, arkasında duran pencerenin perdeleri çiçekli ve sağında begonya çiçeği,  duvarda asılı duran duvar halısı ve divanda yayındaki cümbüşü ile sakin bir şekilde oturan Rahmetli Aslan ağabey vardı, ilk kez onu burada görmüş oldum. Bu ev Mustafa Çavuş'un evi diğer bir tabirle Aslan ağabey, Fevgiye abla, Serdal ve arkadaşlarımız olan Erdal ve Doğan'ların evdeyiz. Bir nişan merasimi için burada bulunuyoruz, bizden sonra salon bayanlarla tıka basa doldu.Aslan ağabey aldı cümbüşü eline başladı:

 

"Oy cumbullucumbullu aslanım aslan,

Sağ yanım yoruldu sol yana yaslan…"

 

Türküsünü okumaya, bayanlar durabilir mi?  Başladılar oynamaya, ben kaldım arada, Allah'a şükür epeyce bir zaman sonra tören bitti de sağ salim eve dönebildik…  Bu olayın üzerinden uzun yıllar geçti bir gün ablama sordum!" Biz filan tarihte neden oradaydık? Kimin nişanıydı? Gibi soruları sorunca çok şaşırmıştı ve bana"- Sen hatırlıyor musun o nişanı?-Sen orada var mıydın?"Bu soru daha önemli normalde bu tür yerlere ben gitmezdim, tevafuk o gün oradaymışım. Evet deyince hayret etti ben biraz anlatmaya başlayınca"- Maşallah hafızan çok kuvvetliymiş." dedi. İşin aslını bana anlattı, bende bu güzel geceyi nasip olursa yazayım sende okursun dedim.Kırk beş elli yıl sonra bu yazımıza denk geldi. Teyzem kızı Gülserabla'nın beyi Fikret Güngörer'in kardeşi Suphiağabey'in nişanıymış!...

 

Yine Aslan Ağabeyle yolumuzun kesiştiği güzel bir anıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.  Bir yaz günü Mercimek mahallesindeyiz, komşumuz Hasret teyzenin kızı Kıymet ablanın nişanı var,teyzem oğlu Murat Çakmakçı ile birlikte oradayız, tahminim ortaokul yıllarımız. İki katlı tarihi Van evinin bahçesindeyiz küçük bir bahçe, etrafında uzun kavak ağaçlarının gölgesi ve kenarında toprak kanaldan akan suyun serinliği eşliğinde yapılan merasim. Çelik topuklu, sivri burunlu ve rugan ayakkabılı, kılloç etekli ve saçları topuzlu anneler oynuyorlar, Aslan Ağabeyde çalıyor, erkekler yok yalnız bayanlar ile biz çocuklar oradayız. Nişan sona erdi Aslan Ağabey eve gidecek, ev yakın fakat birinin refakat etmesi gerekiyor.  Burada bilmeyenler için söyleyeyim kendisi "ama" yani "görme özürlü" tek başına gidemez. Ev sahipleri bizden yani Murat ve benden eve götürmemizi rica ettiler, tamam olur dedik  ve cümbüşü Murat aldı Rahmetli Aslan Ağabeyde bir elini benim omzuma bıraktı yola çıktık. Tam hatırlayamadım! Acaba, Murat bir iki telini kırmadan cümbüşü eve teslim etti mi? Kırmadıysa ne ala… "-Adınız ne? - Kimin oğlusunuz? Kaçıncı sınıftasınız? Dersler nasıl? Gibi sorular ve cevaplarla yola devam ettik, eve varınca vedalaşıp ayrılmıştık. Kibar, konuşması düzgün bir insandı, O'da bu fani alemde biraz eğleşti gitti, Allah Rahmet etsin…Hatıraları anlatırken bu haftada birkaç dosttan bahsedip geçiiip gittik.

 

Ölenlere Rabbim Rahmet eylesin, kalanlara sıhhat ve esenlikler dilerim.

 

Hoşcakalınız…

Yazarın Diğer Yazıları