Ümran Öztürk

Deprem Çantamız Nerede?

Ümran Öztürk

Depremle birlikte yaşamayı öğrenmek; bu cümle bizim literatürümüze 1999 depreminden sonra girdi ama son depremde gördük ki hala öğrenememişiz. Depremle birlikte yaşamayı öğrenmeyi bırakın depremi ciddiye alıp tedbir bile almıyoruz. Oysa ülke fay hattının üzerindeymiş de haberimiz yok. Bunu da 1999 depreminde öğreniyoruz. Bütün varımız yoğumuz bu fay hattının üzerinde olduğunu öğreneli de henüz 20 yıl oldu. Her şeye alıştık da bir bu depreme alışamadık.

 

Türkiye'de deprem gerçeğini kabullenip eğitimle birlikte tedbirler de almalıyız. Her deprem sonrasında uzmanlar televizyon kanallarına davet edilir ve evin hangi alanına girmeliyiz, deprem anında neler yapmalıyız vs. konusu gündeme gelir birkaç gün sonra her şey unutulur.

 

İstanbul 24 Eylül Salı 4.6, 26 Eylül Perşembe günü de 5.8 şiddetinde iki ayrı depremi yaşadı. Deprem anında iletişim kurmak isteyen vatandaşlar telefonlarına yöneldi. Ancak hatlar uzun bir süre çalışmadı. Buna karşın internet üzerinden iletişim sağlanabildi. Telefonların hizmet dışı kalması daha büyük bir depremde ne olur, sorusunu akıllara getirdi. AFAD'ın bazı baz istasyonlarındaki yoğunluk nedeniyle iletişimin sağlanamadığını, telefon hatlarında herhangi bir sorunun olmadığı yönündeki açıklamaları çok da tatminkar olmadı ve tüm GSM firmaları maalesef bu depremde de sınıfta kaldı.

 

PANİK VE KORKU VAR, ÖNLEM YOK

Uzmanlar, büyük panik ve korkuya neden olan bu depremlerin yıllardır beklenen büyük depremin ayak seslerinden biri olarak duyurdu. Yıllarca büyüklerimizden dinlediğimiz ve arşivlerden okuduğumuza göre; 1509 senesinde İstanbul'da meydana gelen depremde 5000 insan hayatını kaybederken Yedikule ve Topkapı Sarayının surları çökmüş, yüzlerce cami yıkılmış binalar medreseler yerle bir olmuştu. 45 gün artçılarla sarsılan bu deprem küçük kıyamet diye tarihe geçmişti. Tarihe baktığımızda İstanbul'da meydana gelen depremlerin çok yıkıcı olduğunu görüyoruz. Üzerinden 510 yıl geçmesine rağmen bu tarihi yazıları okurken ürkmemek ve korkuya kapılmamak elde değil. 1509- 1894 yılında meydana gelen İstanbul depremleri gibi mi sorusu geliyor akıllara. Sonra bizlerin yaşadığı 1999 depremi deprem çok geniş bir alanda hissedilmişti. 1999'dan beri hiçbir şey değişmedi, alınan küçük önlemlerle bugüne geldik. Apartmanlarda sığınaklar var mı? Okullar, kamuya açık alanlar ne kadar güvenli? Deprem anında toplanma yerleri halka duyuruluyor mu? Belediyeler bu konularda ne gibi tedbirler alıyor, acil durum planları var mı? Hepsi soru işareti. Tüm ilişkilerimize sinen siyasallaşma bu kez de yine depreme sirayet etti. Her depremde yanlışlar, hatalar, kusurlar örtülüyor. Yardımlar yerlerine ulaşmıyor, fırsatçılara gün doğuyor. Bu da insan hayatının ranttan ve güçten daha önemsiz olduğunu, sen ben derken siyasetin kirli yüzünü bize bir kez daha gösteriyor.

 

Göz göre göre kaçak yapıların artması, bunu eleştirilenlerin susturulması, ormanların yok edilmesi, denizlerin, göllerin doldurulması felakete davetiye çıkarmak değil de nedir? Neden yanlışın karşısında direnemeyen bir toplum olduk? Tüm bu sorular her depremde karşımıza çıkan, birkaç gün geçtikten sonra unutulan sorulardır.

 

17 Ağustos Kocaeli / Gölcük ve 23 Ekim ve 9 Kasım Van depreminin bilançosu insan yaşamını derinden etkiledi. 17 Ağustos depreminde 17 bin 480 kişi hayatını kaybetti. 23 bin 781 kişi yaralandı 505 kişi sakat kaldı. Yine aynı depremde; 285.211 ev, 42.902 iş yeri hasar görürken 96 bin 796 konut ve 15 bin 939 işyeri yıkıldı.107 bin 315 konut ise orta derecede hasar gördü. Binaların çökme nedeni kalitesiz inşaat demiri ve düşük beton kalitesi olarak belirlenen yapım hatalarından çöken binaların müteahhitlerine yaklaşık 2100 dava açıldı. 23 Ekim ve 9 Kasım 2011 'de Van'da meydana gelen Van depremlerinde toplam 644 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 1.966 vatandaşımız yaralanmış, 253 kişi enkaz altından yaralı şekilde kurtarılmış, 30 binin üzerinde konut ve üç bin küsur işyeri yıkılmıştı. Yani deprem değil, kalitesiz bina yapan, malzemeden çalan müteahhitlerin yaptığı yapılar can almıştı. "Deprem yıkmaz, yapılar yıkar' gerçeğini unutan bizler bu yapılara imza atanlardan hala bina, ev, işyeri alabiliyoruz. Müteahhit olarak onlara canımızı, malımızı, geleceğimizi teslim ediyoruz. Ülkemizin yaşadığı 1999 ve 2011 Depremlerinde bunca insanın canı ve malıyla ödediği bu çürük binaların yapımına müteahhitlik eden bu zatların yeni mezarların yapımına hapisten çıkar çıkmaz devam etmelerine bir şekilde onay veriyoruz. Bunların çalışma ruhsatları iptal edilmeliydi. Kaçak binaların yıkılacağı beklenirken güçlendirme çalışmaları gündeme geldi ardından imar affı çıkartıldı. Aslında imara af değil, ölüme davetiye çıkartıldı. Sonuç olarak tüm bunlara gücümüz yetmiyorsa bizim yapacağımız deprem anında kimin ne yapacağını belirlemek için evdeki bireyler arasında iş bölümü yapmak ve deprem çantamızı hazır tutmak. 

Yazarın Diğer Yazıları