Ümran Öztürk

Bir tren yolculuğu

Ümran Öztürk

İlkbahar geldiğini htiriyordu, bahçedeki badem ağaçlarının çiçek açmasıyla. "Bu kutsal badem ağaçları tomurcuğa dururken, yine şakacı bir bahara aldandı." diye geçirdim aklımdan. Kuşlar daldan dala havalanıyor, çiçekten çiçeğe uçuyorlardı. Güneşin bir görünüp bir kaybolduğu, henüz tam ısıtmadığı, ılık bir nefes gibi tene dokunduğu ve tatlı tatlı gülümsediği, tüm canlıların onu özlemle beklediği günlerden biriydi.  Kır çiçekleri, sulu sepken gelir geçer yağmur, ardından baygın toprak kokusu… Baş döndürücü bir güzellik.

Bir gün sonraya ötelediğim yolculuğa bugün çıkıyorum.  Bu kez trenle yolculuk yapmanın daha çekici, daha zevkli olacağını düşünerek Edremit'ten Otobüsle yola koyuldum. Yol boyunca doğanın uyanışına tanık oldum. Kaz Dağları'nı arkamda bırakarak yeşilin her tonunun içinden geçiyordum. Ağaçlar gelinliklerini giyinmiş dalları yeni giysileri ile yeşilliklere bürünmüştü. Çiğdemler sarı sarı açarken gelincikler rüzgârın karşısında ürperir gibi titriyorlardı.  Geceden yağan yağmur suları küçük derecikler halinde yol kenarından akıp gidiyordu. Köprü altındaki dere tüm coşkusuyla akıyor, su şırıltısını duymasam da zihnimde canlandırabiliyordum. Doğanın insanoğluna sunduğu bir, en güzel ezgilerinden birisiydi bu.

 

Doğayı dinlemek, ağaçların hışırtısını duymak, kuşların şarkısını dinlemek doğanın kendi gerçeğini içselleştirmek istiyordum aslında. Otobüsümüz arada bir yol kenarında bekleyen tek tük yolcuları alıp aynı hızla yola devam ediyordu. Az önce ellerinde demetler halindeki nergislerle yoldan binen yolcular bir anda otobüsün havasını değiştiriverdiler. Uyuklayan yolculara bir dinginlik bir enerji geldi. Balıkesir'e girdiğimizde Yonca servisine binerek alışveriş için çarşıya indim. 

Balıkesir garına geldiğimde ilkbahar şakacı yüzünü, biraz sonra bardaktan boşalırcasına yağan yağmurla bana göstermişti. Annem, " Bu havalara güvenmeyeceksin kızım sıkı giyinecek, yanından da şemsiyeni ayırmayacaksın." derdi hep. Ben her zamanki gibi şemsiye yerine yine yağmurluğumu tercih etmiştim. Zira her seferinde şemsiyemi bir yerlerde unutuyordum, bu nedenle şemsiye bana büyük bir angarya gibi geliyordu. Koşar adım gardan içeri girdim, biletimi almak için birkaç kişinin kuyrukta olduğu gişeye yaklaştım. Biletçinin seri bir şekilde çalışması hoşuma gitmişti. Memlekette her iş bu kadar hızlı işlese ne iyi olurdu, diye düşünüyordum ki sıra bana geldi. Biletimi aldım, dışarıyı gören boş bir banka oturdum. Bekleme salonunun penceresinden dışarıyı izliyordum. Yağmur hızını biraz olsun kesmişti. Şimdi Balıkesir'e usul usul yağmur yağıyordu sokaklar sessizliğin kucağındaydı. Her kaldırıma düşen damla benim de düşlerime yağıyor, hayallerimi ıslatıyor, gönül bahçemdeki umutlarımı yeşertiyordu adeta.

 

Bavullarla bekleme salonuna giren ailenin sarışın, mavi gözlü küçük oğlu oturduğum bankın kenarına ilişti. Çocuk elindeki simidi yeme telaşındayken bir taraftan da annesinin eteğinden çekiştirerek yanına oturmasını istiyordu.   O anda çocukluğumda yapmış olduğumuz o uzun tren yolculuklarını anımsadım. O günden bugüne ne çok şey değişmişti.

Hınca hınç  garın yerinden eser kalmamış. O insan kalabalığının yerini banklarda oturan birkaç yaşlı teyze, kızlı erkekli öğrenci oldukları anlaşılan grupla çocuklu birkaç aile almıştı. Uzun yıllar önceki yolcu uğurlamalarını anımsıyorum şimdi. O yas havası,  ayrılma korkusu, o telaş yok artık. Mendiller de sallanmıyor ve gözler de kızarmıyor ağlamaktan. Hatta yolcuları uğurlamaya gelen öbek öbek insanlar da yok günümüz garlarında. Her garda rastladığımız tren tutmasına karşı manilerle naneşekeri, mendil satan seyyar satıcılarda, saz çalıp yanık gurbet türküleri söyleyenlerde yok artık. Her şey değişse de, tren garlarının kendine has bir ruhu, bir kokusu, dokusu ve dokunaklı bir hikayesi vardır. Onlar; otogarlar, hava alanları, limanlar gibi değiller ve hiçbir zaman da olmadılar. Eskiyi anımsatan, geçmişe çok uzaklara ait siyah beyaz eski bir film gibi ayrı bir ruhu vardır garların.

 

Tren garları ayırdıkları kadar kavuştursalar da,  insanın içini sızlatan o mekânlar kavuşmaktan daha çok ayrılık, hüzün, özlem kokarlar. Soğukken bile, insanın içini titreterek yakarlar.

 

Tren, o tiz düdüğünü çalarak Balıkesir garına girdi. Düdük sesini duyan yolcular bekleme salonundan telaşla perona çıktılar. Uzak diyarlardan dörtnala koşarak gelen bir küheylanın rayların üzerinde büyük bir gürültüyle durduğunda kapıları hızla açıldı. Bavullarıyla, çantalarıyla inen yolcular bir anda istasyonu doldurdular. Binenlerse panik ve telaşla yerlerine yerleşmeye çalışıyorlardı. İstasyon görevlisinin işaretiyle yine tiz düdüğünü çalarak büyük bir sarsıntıyla hareket etti İzmir- Bandırma treni.  Ağır ağır, adeta ritmik bir müziğe eşlik edermiş gibi hızlandı rayların üzerinden düdüğünü çala çala Balıkesir'den uzaklaştı.

Yazarın Diğer Yazıları