Şahin Akçap

Uludere'de kan akmıştı şimdi ise gözyaşı!

Şahin Akçap

28 Aralık 2011...

Saat 21.37 – 22.24 arası...

Türk Hava Kuvvetleri F 16’ları aldıkları istihbarat emriyle Şırnak’ın Uludere ilçesinin Irak sınırına yakın topraklarından geçen kaçakçı 34 yurttaşı PKK’lı grup sanarak bombaladı.

Bombalama sonucunda 34 ölenden üç kişi bulunamadı, 31 kişinin adları şöyleydi:

Özcan Uysal, Nevzat Encü, Salih Encü, Ferhat Encü, Şervan Encü, Osman Kaplan, M. Ali Tosun, Nadir Almak, Yüksel Ürek, Salih Ürek, , Adem And, Hamza Encü, Cemal Encü, Şıvan Encü, Bedran Encü, Hüseyin Encü, Selam Encü, Aslan Encü, Celal Encü, Zeydan Encü, Orhan Encü, Fadıl Encü, Vedat Encü, Selman Encü, Cihan Encü, Karker Encü, Fikret Encü, Hüsnü Encü, Çetin Encü, Savaş Encü, Erkan Encü.

Güneydoğu sınırı Türkiye’nin en belalı sınırlarına sahiptir.l980 Haziran’ında da Çukurca’da ot biçen otuzun üzerinde yoksul köylüler Iraklı askerler tarafından yan yana sıralanarak kurşuna dizilmişti.

(Okurlar anımsayacaktır. O katliamla ilgili anılarımı yazmış; haber ve röportajı dünyada bir tek Demokrat Gazetesinde Ahmet Arif’in 33 Kurşun şiiriyle yayınlanmış ve ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin girişimleriyle Irak Hükümetinden katledilen insanlarımız için Saddam’lı Irak hükümetince yüklü tazminat ödenmesini sağlamıştım.)

Bu kez bir başka sınır olayı... Ve bu kez yanlışlığı yapan kendi yurttaşlarının ölümüne neden olan Türkiye Cumhuriyeti’nin F 16 savaş uçakları. Ve şimdi o kanlı yanlışlığın bitmeyen söz dalaşı devam ediyor.

Dünya medyasına yansıyan haberlerde Amerika istihbaratı kendisinin verdiğini söylüyordu.

Bizde ise yapılan açıklamaların ana temasında ise:

“Üzüntü duyuyoruz. Elim olay. Kim ister ki böyle bir yanlışlık sonucunda vatandaşlarımız hayatından olsun?” Üzüntüsü vardı.

Yani falan filan... O bildiğimiz asker-sivil polemiği.

Hani bütün bu olayları yazıp dökseniz ve içine Ahmet Arif’in 33 Kurşun destansı şiirinden dizler serpiştirseniz, okuyanı ağlatacak ve çok düşündürecek kanlı ve hüzün dolu bir destan yazmış olacaksınız.

Garip bir ülkeyiz. Böyle bir olayın açıklaması bile dış güçlerden gelsin istiyoruz. Ya da birileri çıkıp günah keçiliği rolü üstlensin diye ümit ediyoruz.

Kolay değil hayatından olan 34 can var ortada... Ve o hayatlar için gözyaşı dökmeye devam eden onlarca insan... Yaralı gönülleriyle analar, babalar, bacılar ve kardeşler. Öte yanda da teröre son vereceğim derken kendi vatandaşlarının canını alan bir devlet!

Yapılacak tek şey gidip bölgede vatandaştan özür dilemekti, gidildi. Başsağlığında bulunulmaktı, bulunuldu. Yalnız açıklamaların bir yanı eksik kalmış olmalı ki Amerika’dan gelen biz istihbaratı verdik açıklaması olan biteni ters yüz etti.

Sınır bölgesi çok hassas bir noktada... O bölgede yaşayan insanların geçim kaynağı kaçakçılık. Kaçakçılığı besleyen kaynakları devlet biliyor. Ancak bütün bu bilinenlere rağmen olayın sulandırılması, ölenlerin kaçakçılık dışında işler yaptığı mecrasına çekilerek saptırılması, desise yaratılması durumu netleştirmez daha karanlığa çeker ve ölenlerin yakınlarına ikinci büyük bir acı yükler.

Özür dileyeceksin...

Ben o yurttaşlarımı koruyamadım...

Gelen istihbarat haberlerini süzemedim...

Üstüne üstlük terör gruplarından biri sanarak yok etme yöntemine başvurdum...

Hepsi bu!

Yanlış affedilir... Ancak tekrar edilen yanlışlar kabahate dönüşür ki halk bunu affetmez!

Sonrada yurttaşın yakınlarına aldığınız canın tazminatını ödeyecek ve suçun sebeplerinin sahibini açıklayacaksınız! Bu işin başka bir kurtuluş yolu yoktur!

Kem küm eder, ört basa yönelirseniz ne tarih affeder, ne de canlarını aldıklarınızın aileleri, yakınları, akraba ve hemşerileri!

Şimdi devlete düşen devlet gibi davranmaktadır...

Ölenlerin cenazelerine serilen bayrak v.s gibi ayrıntılar bölgenin kendi özgün koşullarıyla ilgili. Burada da kabahat yine devletin... Devlet, öldürdüklerine sahip çıksaydı tabutlarında bugün dedikodusu yapılan bayraklar serili olmazdı.

Hani devletin o çok söylenen felsefesi:

“Fırat’ın kıyısında bir kuzu kaybolsa sorumlusu devlettir!” Diyen felsefe! O felsefe bir kez daha düşülmeli...

Ahmet Arif Otuz üç kurşun şiirinde şöyle seslenir:

Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alacakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Ve devam eder dizeler:

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...

Dizleler anlamlaşır ve kanatır yüreği şöyle ki:

Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkıyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına

Zaman farklı, hikâye başka olsa da görüyoruz ki Ahmet Arif’in Otuz üç kurşun şiiri Güneydoğu sırlarımızdaki yaşanan ölümcül olaylarla örtüşüyor.

Uludere vahim olayının üzerindeki gizem örtüsü açılacağına, bölgedeki yurttaştan özür dileneceğine akan gözyaşları dindirileceğine hala tepedeki farklı seslerin yankılanması et ve tırnak gibi bütünleşmiş olan tüm insanlarımızı derinden üzüyor.

Hâlbuki bölgeden halkın iradesiyle seçilen milletvekilleri ve şu an devletin en üst yönetiminde bulunanlardan bir komisyon çalışmasıyla gereği yapılmalı soyut söylemlere gerek bırakılmamalıydı.

Yarayı yeniden kaşımak acılı onlarca aileyi yeni şivanlara(ağıtlara) boğar ki bunun adı da insanlık için ayıp, bütün dinler adına da günahtır...

Sözüm tepedekilere... Kol kırılıp yen içinde kalmayan bir dünyada yaşadığımızı unutmamalılar...

Yazarın Diğer Yazıları