Şahbettin Uluat

Van'da sonbahar

Şahbettin Uluat

Van’da erken gelen şiddetli soğuklarla birlikte ekim ayında kıştan söz ettiğimiz çok olmuştu ama aralık ayında sonbahardan hiç söz etmiş miydik, bilmiyorum.

Aralık ayının sonuna yaklaştık. Dağların tepeleri birkaç kez kışın beyazıyla boyanmış olsa da Van şehir merkezinde sonbahar gitmemek için direniyor.

*

Kuzey cepheli evimin penceresinden dışarı bakıp gri bir gökyüzünün altında, binanın gölgesinde kalmış bölümlerde, üzerinde çiğ bulunan yeşil otlarla, yeşil çam ağaçları görüyorum. O gölgenin ulaşmadığı yerlerde de yapraklarının çoğu dökülmüş elma ve akasya ağaçları ile tamamıyla sararmış görünen meyve bahçesi zemini var.

Pencereyi açıyorum.  İçeriye serin bir hava geliyor. 

Kırk sekiz saattir evdeyim. Artık çıkıp biraz yürümem gerektiğini düşünüyorum.

Bizleri içeriye kapatan pandemi bir darbe de eğitime vurmuş. Evimin bulunduğu üniversite yerleşke alanında çok az insan var. Dışarıda tek başına yürüyen biri için salgına yakalanma riski neredeyse yok gibi. Hatta belki bu koşullarda burada yalnız halde dışarıda olmak içeride olmaktan daha güvenli.

Sıkı bir şekilde giyiniyorum. Apartmanın ön kapısından güney tarafa çıktığımda havanın hiç de düşündüğüm kadar sert olmadığını fark ediyorum. 

Çocukluk yıllarım, Van’ın her yıl altı aydan uzun süre kar altında kaldığı zamanlar geliyor aklıma.

İlkokuldayken, bir On Kasım töreninin, dalları kıran kar yağışının yaşandığı gecenin sabahına rastladığını, bu yüzden okul bahçesinde değil de içerideki koridorda yapıldığını anımsıyorum.

Uzamış kışların birinin sonuna doğru, yeşil otlar çıktı mı merakıyla, eski mahallemizdeki bahçe duvarının güney tarafa bakan ön kısmını, oradaki bol güneş alan toprağı ayağımla eşelediğim zamanlar canlanıyor gözümde.

Arkadaşım Ahmet ile birlikte ağzımız atkılarla sarılı olarak Aralık ayında okul dönüşü evlerimize dönerken Belediye Garajının köşesine geldiğimizde Erek Dağı’ndan esen buz gibi rüzgârın yüzümüze çarptığı günler geliyor aklıma.

Bir Eylül günü böyle bir havada yeni kayıt yaptırmış olduğumuz Atatürk Lisesi orta kısmında sıraya girip yabancı dil kurası çektiğimizi, benim öğretmeni namı diğer Dadaş, Servet Aydınoğlu olan Fransızcayı çekip arkadaşım Ahmet’ten başka sınıfa düştüğümü anımsıyorum.

Aralık ayının sonları. Dışarıda güzel bir sonbahar havası var. Dışarıda yüzlerinde maskeleriyle oynayan tek tük çocuklar görüyorum. Birisi bisikletle yanımdan geçiyor.

Yerlerde sararmış sonbahar yaprakları var.

Gökyüzü bugün puslu, sisli. Güneş bulutların altından bakıyor. Üzerimden uçan bir kuş sürüsü güneybatıya doğru göç ediyor.

Aslında sonbaharın da güzel bir mevsim olduğunu ve Van’da bütün o diğer mevsimler gibi kendine has bütün özellikleriyle yaşandığını düşünüyorum.

Yıllar önce Van’da büyük bir toprak parçası alabilmek için arkadaşlarımdan yardım istemiş olan o yabancı adam geliyor aklıma. Onun Van’ı iklim değişiklikleri nedeniyle geleceği parlak bir yer olarak göstermiş olması geliyor.

Önünden geçtiğim bir inşaatın dış cephesinde işçiler çalışıyor.

Çok geçmeden artık üniversitenin yürüyüş pistindeyim. Karşımda yarısına kadar karla örtülmüş Erek Dağı var. Uzaklardan martı sesleri geliyor kulağıma.

Yürüyüş pistinin kenarındaki taş döşemelerin arasında taşlara ve mevsime direnen yemyeşil otlar görüyorum.

Daha uzaklarda, yine bir pusun arkasında hafifçe tül gerisindeymiş gibi duran Van Kalesi her haliyle güzel. Bulunduğum yerden bakınca durgun, çarşaf gibi sakin görünen Van Gölü de; bulutlu bir güneşin altında gri ile mavi arasındaki rengiyle Van gölü de güzel.

Ve uzaklardaki dağlar da. Erek dağının hemen yanındaki karlı zirveler, onların yanında kardeş gibi duran gri dağlar da güzel.

Şehrin Kuzeyinde bulunan ama yüzü güneye bakan organize sanayi arkasındaki kar tutmamış zirveler de güzel.

Kredi ve Yurtlar Kurumu’na bağlı Melikşah Öğrenci Yurdu karşısındaki ağaçlarda hala karga yuvaları var.

Yuvalarında kargalar da güzel.

Yazarın Diğer Yazıları