Van ve zaman
Şahbettin Uluat
Çocuktuk. Her şey bize büyülü gelirdi. Her şey farklıydı.
Biz dünyada yeniydik. Dünyadaki her şey de bize yeniydi. Meraklıydık. İlgiliydik.
Hemen hemen hepimiz sıkı sıkı sarılmış kundaklarda büyütülmüştük.
Her çocuk gibi başlangıçta parlak, ışık saçan, ses çıkartan şeylere dikkat kesilirdik.

Riskli olan kimi şeyleri bilmediğimiz için gereğinden fazla cesurduk. Her ne kadar büyüklerimiz “cızzz” diye bizi uyarmaya çalışsalar da elimizi sıcak çaydanlığa, sobaya uzatırdık. O cızzzın ne anlama geldiğini ancak yaşayarak öğrenirdik. Kirli, pis olan şeyler için de “kığğğ”, keskin, zarar verecek şeyler için de “pığğğ” derlerdi. Zamanla onların da anlamını kavradık.
Evimizde, ocağımızda her neler işitiyorsak arkadaşlarımızla onları konuşurduk.
Okuldan önce kendi aile bireylerimizle, kardeşlerimizle dışarı çıkmaya başladıktan sonra sokaktaki çocuklarla tanışırdık. Okul ve içindeki her şey, herkes bizim için birer esin kaynağıydı. Dikkatle izlenecek, öğrenilecek şeylerdi. Duvarda asılı resimlerin önünde dakikalarca durur bakardık. Oturduğumuz sıralar da, en yakınımızdakinden en uzaktakine öteki öğrenciler ve öğretmenler de, okuldaki bina görevlileri de, kurallar, bayrak törenleri, bayram yürüyüşleri de küçük dünyalarımızı genişleten şeylerdi.

Her sabah ilk derslerin birinde peçetelerimizi sıraya serer, Emin Efendi tarafından alüminyum çaydanlıklarda servis edilen süt tozundan yapılmış sütü ve varsa balık yağı kapsülünü alırdık.
Yazının devamı yazarın Van ile Sohbet adlı kitabında…
