Şahbettin Uluat

Okul arkadaşları

Şahbettin Uluat

Zaman su gibi akıp geçiyor.

Zamanla birlikte gözümüzün gördüğü, görmediği her şey de değişip dönüşüyor.

Kayalardaki değişmeleri gözlerimizle görmek kolay değil. Mevsimsel değişiklikleri de görmemek mümkün değil.

Her şeyle birlikte insan da her şey gibi an be an bu değişiklikleri yaşıyor. Bebekse çocuk oluyor, çocuksa genç, yetişkin, yaşlı oluyor. Mutluyken mutsuz, sağlıklıyken sağlıksız, ümitliyken ümitsiz oluyor. Sonra bu fiziksel olan ve olmayan değişmelerin bazıları dem be dem yer değiştiriyor.

Mutsuzlar tekrar mutlu, sağlıksızlar tekrar sağlıklı, ümitsizler tekrar ümitli olabiliyorlar ama büyüyüp yaşlananlar yeniden küçülüp genç, çocuk olamıyorlar.

Birlikte büyümek, birlikte okula başlamak, birlikte aynı okulda ya da sınıfta bulunmak o zamana kadar aile bireylerinden başka kimselerle yakınlaşmamış olan biz insanlar için anlam kazanıyor. Tanışıyoruz, bire bir görüşerek ya da okul, sınıf ortamlarını paylaşarak birbirimiz hakkında fikir sahibi oluyoruz. Yetmiyor, birbirimizden öğreniyoruz. Aklımız ve duygularımız bizi o arkadaşların bazılarının bağımlısı kılıyor; bazılarından uzaklaştırıyor. 

Uzun yıllar aynı mahallede, aynı okulda birlikteyken zaman içerisinde yollarımız, şehirlerimiz, yaşam tarzlarımız, bağ ve bağlantılarımız ile birlikte sorumluluklarımız, beklentilerimiz, özlemlerimiz de değişiyor.

O çok yakın olduklarımızla haberleşmeyi sürdürüyoruz.  Uzak olduklarımızı kısa sürede unutuyoruz.  İlgisi ve belleği canlı kalanlar yıllar sonra bile hem yüzleri, hem anıları kolaylıkla anımsıyorlar.

Her insan ayrı bir dünyadır. Her insanın eğilimleri de, becerileri de farklıdır.

 Sınıf arkadaşlarının adlarını ve okul numaralarını kırk yıl sonra bile sırasıyla ezbere söyleyen Fikret Öğretmen gibilerine de rastlıyoruz, bir kez kopup gittikten sonra bağları ve bağlantıları kesilenlere, çok fazla şey anımsamayanlara da.

Yıllar sonra karşılaştıklarında birbirlerini tanıyanlar da oluyor, tanımayanlar da.

Zaman içerisinde aklına eski günler düştüğünde belleğindeki insanların peşine düşenler de oluyor, düşmeyenler de.

Gittikleri şehirlerden zaman zaman dönüp eski memleketlerine gelenler de oluyor, gelmeyen, gelemeyenler de.

Gelince telefon açarak dostlarına “ben geldim, buradayım, görüşelim,” diyenler de oluyor, demeyen ya da bir nedenle diyemeyenler de.

*

Mevsim yaz, zaman erik değdirenler zamanıdır.

Geçtiğimiz Cumartesi günü evde otururken telefonum çaldı. Arayan sınıf arkadaşım Yılmaz Özel’di.

Tam Ticaret Lisesi’nden kaydımı sildirip arkadaşımın gittiği Erkek Sanat Enstitüsü’ne gitmeye niyetlenmişken bana “arkadaşım, deli misin? Ben oradan buraya geldim. Orada kalem açmada bile teknik arıyorlar, zor okul,” diyerek okulumu belki de kaderimi değiştirmekten caydıran Yılmaz Özel.

Ankara’da Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde öğrenci olduğum yıl, üniversitenin personel çalışanı konumunda olan ve herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmam halinde destek olacağını söyleyen Yılmaz Özel.

Önce hal hatır sordu. Sonra da arkadaşlarla buluşmak için müsait olup olmadığımı.

Elbette müsaittim ve bu harika bir fikirdi.

O memleketten uzakta yaşayanların vaktiyle kopup gitmiş oldukları yerlerle ilgili olarak hâlihazırda yerleşik durumda bulunanlar tarafından kolay anlaşılmayacak özlemleri vardır.

O memleket Van ise, şehrin sıcak ve samimi insanlarını, havasını, suyunu, denizini, kahvaltısını, özlerler. Her geçen gün beton bloklarla değişen sokaklarını özlerler, atalarının, babalarının mezarlarını özlerler. Bitmez.

O geçmişte oturup dinlendikleri, sosyalleştikleri kahvehanelerini, oralarda pişen ve tadına hasret kaldıkları çaylarını da özlerler.

Yılmaz bana o kahvehanelerden birini tarif ediyordu.

Buluştuktan sonra çok geçmedi,  8 – 10 kişi olduk. Zaman su gibi akarken çay nedir, say nedir hesabı çaylar gelip gitti.

Sınıf arkadaşımız Raif Sevin’in düşünüp telefon etmesiyle Paşa lakaplı Hüseyin arkadaşımız da İstanbul’dan görüntülü telefon bağlantısıyla dâhil oldu ortama.

Espriler yapıldı, eski öğretmenler, bir kısmı aramızdan ayrılmış olan eski okul arkadaşlarımız anıldı. O dönem okul müdürlerimiz olan Remzi Uğur ile Rasim Kabadayı’nın;  meslek dersi öğretmenlerimiz Ali İhsan Bey’in, Meral Hanım’ın, Cevdet Bey’in, Java lakaplı matematikçimizin, edebiyatçımız Ayşe Hanım’ın, müdür yardımcılarımız Erdal ve Güngör Beylerin adları geçti.

Mevlüt Bartın arkadaşımız Ticaret Lisesi orta kısmında muhasebe derslerini yürütmüş olan İlyas Bey’den övgü ile bahsetti. Cezalandırırken can acıttığını ama derslerini de mükemmel bir şekilde öğrettiğini söyledi. 

Muhittin Başak arkadaşımız öğrencilik günlerinin enerjisi ile ve katı senaryolara bağlı olmadan, çoğu kez irticalen, okul sahnesinde hafta sonları salonu tıklım tıklım dolduran kalabalıklar karşısında Sabahattin, Yılmaz ve İspat arkadaşlarla birlikte çok başarılı oyunlar sergilediklerinin hatırlatılması üzerine, her zamanki ciddi haliyle ve tane tane kelimelerle konuştu.

“O günlerde sahne sanatlarını değerlendirebilecek birileri bizi keşfetmiş olsaydı belki şu an çok başka konumlarda olurduk.”

Ardından yüzü gevşedi, gülümsedi ve devam etti.  “Yine de o şekilde keşfedilmemiş olmamız hayırlı olmuş.”

Zaman su gibi akıp geçti. Yaklaşık beş saat boyunca oturduğumuz kahvehane muhabbeti de sonunda bitti.

Başka bir zaman, başka bir ortamda yeniden bir araya gelebilmek ümidiyle ayrıldığımızda hepimiz çok memnunduk.

Her birimiz kendi yolumuza giderken aklımızda özlemle andığımız o günlerden farklı sahneler vardı.

Yaklaşık 50 yıl öncesinden bugüne geri dönüşümüz onca muhabbetin ardından olması gerektiği kadar ağır olmadı.

Çağın hızına uygun olarak ve anında gerçekleşti.

Yorumlar 1
ali rıza ünsal 09 Temmuz 2021 09:08

o eskimeyen neşe ve mutlu günlerimizi hatırlatıp bir nebzede olsa bu sıkıntılı günlerde ilaç gibi gelen yazına teşekkür eder tüm arkadaşlara sağlıklı ve mutlu yıllar dilerim selamlar ali rıza ünsal

Yazarın Diğer Yazıları