Bir dost
Şahbettin Uluat
“Ben bu hayatta iki şeyi çok önemsiyorum, onların gereklerini de yapıyorum” diyor telefondaki ses.
“Birincisi günü, vakti gelince can emanetini vereceğiz, buna şüphe yok. Hepimiz sıramız geldiğinde bu dünyadan ayrılacağız.
Onun için kalitesiz yaşamlar sürmemeliyiz. Elimizden geldiğince iyi, sağlıklı, yararlı yaşamlar sürmeliyiz. Hiç tereddüt etmeden her sorulduğunda, iyiyim, mükemmelim, mükemmelden de iyiyim diyebilmeliyiz.
İçimizdeki sıcaklığı ve aydınlığı çevremize yayabilmeli, insan, hayvan, bitki, ağaç başka yaşamlara da bu yolla destek olabilmeliyiz.”
Kendisine neden “paşa” dediğini, başkalarının da öyle demesinden hoşlandığını anlar gibi oluyorum. O paşalar gibi mükemmel bir yaşam sürdüğüne inanıyor.
Devam ediyor:
“İkinci inandığım şey de bu evreni var eden güce, onun mutlak egemenliğine rıza göstermek durumunda olduğumuzdur. Elimizden geleni yaptıktan sonra, ondan gelen her şeyi itirazsız ve tam bir alçakgönüllülükle kabul etmeliyiz. “
Dikkatle dinliyorum. O sözlerini sürdürüyor.
“Gevaş tarafına her yıl konargöçer insanlar gelir. Onların bir kısmı yaşadıkları koşullar gereği belki namaz da kılmaz, yani inançlarının gereğini yerine getirmeye zaman da bulamazlar ama yine de karşılaştıkları her zorlukta, her darlıkta ağızlarından tek bir cümle çıkar.
Ğude heye, gem nine… Allah var, gam yok derler.
Ben de bu söze sonuna kadar inanıyorum. Karşılaştığım her sorunda, her sıkıntılı durumda bu sözü düşünüyor, mutlaka bir şekilde sıkıntının sona ereceğine inanıyor, rahatlıyorum. “
*
O benim Van Ticaret Lisesi günlerinde tanıştığım bir dost.
Aynı sınıfta öğrenciydik ancak benden iki ya da üç yaş büyüktü. Yanlış hatırlamıyorsam biraz da yörenin geleneklerine yakalanmış, erken evlenmişti. Yani bizimle aynı sıraları paylaşan Gürgin adlı bir başka hemşerisi gibi o da evliydi ama bunlar okulda konuşulmazdı.
Benimle kıyaslandığında daha çok şey yaşamış, görmüştü. Ufkumu genişletirdi. Birlikte takılır, yaşadığımız dünyayı birlikte anlamaya çalışırdık.
Tabi, bu arada babamın hoşuna gitmeyen bazı fikirler edinmiş, o yaşlarda her gencin sorduğu türden sorular sormaya başlamıştım.
Kış koşullarının devam ettiği bahar başında soğuk bir akşamüstü iyi niyetle beni yönlendirmeye çalışan babama itiraz etmiş, gerçekte çok basit ama o gün için ikimizin de yanıtını bilmediğimiz bir soru sormuş, evde fırtına kopmasına neden olmuştum.
Babam sesini yükseltince de ceketimi alıp evden çıkmıştım.
Cebimde ancak üç çay içecek kadar para vardı. Dışarıda uzun zaman gezilemeyecek kadar soğuktu.
Yazının devamı yazarın Van ile Sohbet adlı kitabında…