Şahbettin Uluat

Daha daha nasılsınız?

Şahbettin Uluat

Çocukluğumun Van'ında birbirlerini tanıyan insanlar bir aradan sonra yüz yüze geldiklerinde hemen el sıkışır, birbirlerinin gözünün içine bakarak sıcak temas kurar, hal hatır sorarlardı. Sadece "nasılsınız?" demekle yetinmez, bir de "daha daha nasılsınız?" derlerdi.

Birbirlerini sormakla da yetinmez aile bireyleri, yakın ve uzak akrabalar, yakın ve uzak komşuları ve ortak tanıdıkları da sorup sual ederlerdi.

Yeni tanışılan insanlardan hangi mahalleli, hangi köylü oldukları öğrenilir; o bölgede tanıdık birileri varsa (ki genellikle olurdu) onlardan da söz edilirdi.

O günlerin çok kullanılan deyimiyle sılayı rahim de yapılırdı. Babam haftalarca kaldığı Karayolları şantiyelerinden üç-dört günlüğüne geldiğinde mutlaka kız kardeşlerini, erkek kardeşlerini ziyaret eder, hal hatırlarını sorardı. Elbette bütün bu görüşmeler sanal ortamda değil doğal ortamda olurdu ve insanlar yüz yüze gelirlerdi.

Bayramlarda seyranlarda, düğünlerde cenazelerde daha büyük kalabalıklar toplanır, dil, ırk, bölge farkı gözetilmeksizin komşu, tanıdık, akraba daha çok insan bir araya gelirdi.

Uzaklardaki yakınlarımızla haberleşmenin en yoğun kullanılan aracı mektuptu. Telefon da vardı ama o mektuba göre biraz daha lüks sayılıyordu çünkü her yerde, her evde telefon ahizesi ve bağlantısı yoktu.

Bizim gençlik günlerimizde bile telefon aboneliği alabilmek için insanlar PTT kurumuna başvurup sıraya yazılıyorlardı. Kurum, altyapı çalışmalarını tamamlayıp santral olanaklarını arttırdıkça yeni abonelere çevirmeli cihazları teslim edip, bağlantıyı kurup talepleri karşılıyordu. 

Yani bizim evlendiğimiz zamanlarda bile (bize sorarsanız daha dün) komşumuz Vehbi Abi'lere gidip onların telefonunu kullanıyorduk, dünürlerimiz de kendi komşuları Hacı Ahmet'lerden açtıkları telefonla bizi telefon sahibi komşumuzun evine çağırttırıyorlardı.  Telefon sahibi komşular da bunu sıkıntı saymıyor, gelip çağırıyorlardı. Evler arasında yaşanan o koşuşturma da ayrı bir âlemdi. Telefona ulaştığımızda bazen nefes nefese oluyorduk.

Posta dağıtıcıları mahallelere, sokaklara daha seyrek mi geliyorlardı, yoksa bulamadık diye gönderilenleri geri mi gönderiyorlardı hatırlamıyorum ama mektup adresimiz de, genellikle postacıların daha kolay ulaşabildiği bir yer oluyordu. Söz gelimi Çağdaş Bakkaliyesi Vehbi Çağdaş eliyle ya da Sümerbank Mağazası memuru Şefik İlikçi eliyle gibi.

O günlerin en yoğun işlerinden biri de posta dağıtımıydı. Ülkenin dört bir yanından Van'a torbalar içinde deniz, kara ve hava yoluyla akan mektuplar, postanenin ilgili birimindeki çok sayıda rafa dağıtılır ve ertesi sabah da o raflardan dağıtıcılara verilip sahiplerine ulaştırılırdı.

Postacıların özel giysileri ve dağıtımda kullandıkları deri çantaları vardı.

Üniversite sınav sonuçları günlere yayılarak gelirdi. Bazen bir haftayı bulurdu herkesin sonuçları öğrenmesi. Aday öğrenciler adeta kamp kurarlardı postanenin önüne, postacı dağıtmadan elden almaya çalışırlardı.

Yazının devamı yazarın Van ile Sohbet adlı kitabında…

Yazarın Diğer Yazıları