Şahbettin Uluat

BİRAZ DA AŞK…

Şahbettin Uluat

Günlerden Cumartesi. 

Televizyonun karşısında, bilgisayarın önünde oturmuş bu hafta ne yazsam diye düşünüyorum.

Bir film başlıyor televizyonda, BKM damgalı, Yılmaz Erdoğan imzalı bir film: Ekşi Elmalar.

Ekranda üç genç kız geleneksel kıyafetleri içinde ağaçların arasında koşarken bir ses  “Bu şehirde iki şey çok meşhurdur. Reisin bahçesi ve reisin kızları…” diyor seyircilere.

Film aşkı anlatıyor, hem de birden fazla aşkı.

Yılmaz Erdoğan Hakkârili bir sanatçımız. Sinemada da kendini kanıtlamış biri. Filmimizin reisi yani sabık belediye başkanı da o.

Aşk derseniz buraların, bu toprakların aşkı.  Yani o geleneksel toplum kuralları ile kuşatılmış, kuşatıldığı kadar da demlenmiş, güçlenmiş, babaların bazen pamuktan yumuşak, bazen çelikten sert yüreklerine değip iki dudaklarının arasından dökülen kararlarla şekillenmiş aşk.

Zaman, cep fotoromanların hem sinema, hem televizyon, hem internet videoları olduğu bir zaman.

İzlemeye koyuluyorum.

Filmin büyük bölümü Hakkâri’de çekilmiş.  Sonunda bu film sayesinde Sümbül Dağı’nı da görüyorum.  Vaktiyle bir arkadaşımın “şiir yazacaksan Hakkâri’de, Sümbül Dağına karşı oturup yazacaksın” dediği dağ.  Şimdi onu da anlıyorum.  Bu dağ dilinden anlayana çok şey yazdırmıştır, yazdırır; biliyorum.

Yılmaz Erdoğan’ın Gevaş’ta çekilmiş Vizontele’deki Deli Emin rolü de çok başarılıydı ama bana sorarsanız Ekşi Elmalar’daki Hakkârili Başkan rolü ona daha çok yakışıyor.

Siyaset, darbe, geleneksel yaşam, yer ve zaman farklılıkları filmi renklendirmiş olsa da aşk hep başköşede duruyor.

Ve elbette başka mesajlar da var filmin içinde. Üniversite adayı bir genç ile reisin kızı arasında geçen aşağıdaki diyalog gibi:

“İmtihan nasıl geçti Şino?”

“Ben soruları anlamadım ki, cevap vereyim.”

*

“Ah minel aşk!” diyorum.

Yeni yetmeyken farklı; gençlikte farklı; olgunluk ve yaşlılıkta farklı olan aşk…

Geleneksel kültürde farklı şeylerle parlayan, renklenen ya da kararan; modern toplumda farklı şeylerle ışıldayan, renklenen, kararan aşk.

Sayısız zorluğa rağmen yaşayan, yaşatan aşk; küçücük engellere takılıp silen, silinen aşk.

Geleneklere, kurallara düzenlere uyan aşk, uymayan aşk.

Karşılıklı aşk, karşılıksız aşk; dolu dolu yaşanan aşk, platonik aşk.

Derbeder eden imkânsız aşk!

Bekârlık zamanlarında mumla aranıp bulunamayan; evlendikten sonra gelip gelip ayaklara takılan ve çoğu zaman ayaklar altında kalan aşk.

*

Çevremize bakıp gördüğümüz evreni, sayısız mükemmel varlıkları var eden güç biz insanlara günü vakti gelince kullanmak üzere hormonlarımızla işbirliği yapan yüreğimizin çöpçatanlığında aşk kredisi de açar. Kimimiz anlarız, kimimiz anlamayız.Kimimiz kullanırız, kimimiz kullanmayız ama çoğumuz şu ya da bu şekilde fark ederiz.

Çoğunlukla hormonların ısınmaya, kaynamaya başladığı zamanlarda yakalansak da, aşk perisi ömrümüzün her döneminde kapımızı çalabilir. Onun kapı çalmasını engelleyemeyiz lakin ona kapıyı açıp açmamak bize kalmış bir şeydir.

Bana sorarsanız daha çok içe dönük, duygusal insanlara yanaşır. Filmlerde, romanlarda anlatıldığı gibi bir kıvılcımla başlar. Ya büyür yangın olur, ya da bir süre yanar, tüter yok olur.

Bu kıvılcıma yakalanmak başka şeydir, onu karşı tarafa aktarmak başka şeydir; birlikte yanmak başka şeydir.

Bana sorarsanız yarısından çoğu tek taraflıdır aşkın. Yine yarısından fazlası da ya karşı tarafa aktarılmamakta ya da kabul edilmemektedir.

Erkekler Mars’tan, kadınlar Venüs’ten diyen yazar çok haklıdır. Aşk deyince kadının ve erkeğin beklentileri, talepleri yüzde yüz aynı şeyler değildir.

Konu aşk olduğunda farklılıkların çekim gücü oluşturduğuna tanık oluruz. Öyle şeylerden aşk çıkar ki, anlamakta güçlük çekeriz. Taşradan anakente gelen gence sosyete kızları âşık olur; köylü kızına şehirli adam.

Destanlar yazdıran aşk vardır; romanlar yazdıran aşk vardır; ağıtlar yazdıran aşk vardır.

Yaz aşkları vardır, üniversite aşkları vardır; geçici aşklar vardır, kalıcı aşklar vardır.

Kimilerine göre aşk kovalayınca kaçan, kaçınca kovalayan bir şeydir.

Kimilerine göre bir turşu suyudur ki, içmezsen canın çeker; içersen karnın ağrır.

Yalan olduğunu söyleyen de çoktur lakin ben buna inanmam.  Hem kendim yaşamış olduğum için inanmam, hem de evrende atomdan gezegenlere pervane gibi bir merkez etrafında dönüş doğuran her çekimin aslında aşkın bir türü, bunca varın da bir aşkın sonucu düşündüğüm için.

Yazarın Diğer Yazıları