Prof. Dr. Ayşe Yüksel

Gözün arkada kalmasın Türkan hocam…

Prof. Dr. Ayşe Yüksel

Bundan 63 yıl önce Ocak ayının son pazarı, lepra hastalığı konusunda farkındalık ve duyarlılık geliştirmek için bütün dünyada "Dünya Cüzzam Günü "olarak anılsın diye düşünülmüş. Ben de bu günün anısına duygu ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Tanısı kolay, tedavisi kesin, bulaşması çok zor olan Lepra(Cüzzam)Hastalığı ne yazık ki ülkemizde de, dünyada da damgalanma nedeni olmuş, insanlar hep uzak durmuş, korkmuş, yanlış yorumlamış. İstanbul'da Karaca Ahmet Tekkesinde yaşayan lepra hastalarını gören Dr. Mazhar Osman onları Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıklarının uzak bir köşesine taşımış. Yıllar sonra  Tıp Öğrencilerinin hastane gezisi sırasında uzaktan "orada da cüzzamlılar yaşıyor, fazla yaklaşmayın" uyarısını duyanların içinde yer alan Türkan Saylan; duyduklarına inanamıyor" bu çağda hastalardan uzak durmak ta ne demek?" diye düşünerek, bu konuyu öğrenmeye ve ilerde çalışmaya karar veriyor. Yıllar sonra Cildiye Uzmanı olduğunda, kendine verdiği sözü hatırlıyor, lepra konusunda eğitim almak üzere Londra'daki merkeze gidiyor. Döndüğünde, dönemin Sağlık Bakanı ile görüşerek, konu ile ilgilenmek ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi 28. Servis'te yatan hastaların sorumluluğunu almak istediğini söylüyor. Doğal olarak kimsenin pek ilgilenmediği konu Türkan Hoca'nın ülkemizde ve dünyada adeta efsaneler yaratarak iyileştirdiği bir duruma dönüşüyor. Yanına lepra hastalarını da alarak 1976 yılında "Cüzzamla Savaş Derneği'ni kuruyor, ekibini geliştiriyor. Ben de 1980 yılında, onunla tanışıp birlikte çalışmaya karar verdim. Türkan Hoca'mız, hastaları sadece tedavi etmekle kalmıyor, onların, içinde yaşadıkları toplumdan dışlanmamaları, bütünleşmeleri için projeler üretiyordu. O günlerde başlayan ve bugün hala devam eden hasta çocuklarına eğitim bursu verme çalışması sonucu çok sayıda çocuğumuz eğitim gördü, meslek sahibi oldu. Eskiden lepra hastasının kızı ya da oğlu diye anılan çocuklar, öğretmen, hemşire, doktor, mühendis vb. oldular. Ailenin statüsü değişti, onlar sayesinde bizim sevgili hastalarımız doktorun annesi, mühendisin babası diye anılmaya başladılar. Ekonomik koşullarını iyileştirmek için yaşadıkları yere uygun üretim projeleri gerçekleştirdi. Örn; Van'ın bir köyünde yaşayan hasta "bana on tane koyun alırsanız ben onları çoğaltır, sütünden, yününden, kendisinden yararlanır geçinir giderim" derdi, ona dernek, koyun alır, ailenin ekonomik durumu iyileşirdi. O yıllarda Sağlık Bakanlığı'nda kayıtlı 4000 kadar lepra hastası vardı. Bu sayıya, 1960'lı yıllarda Doç. Dr. Etem Utku yaptığı saha çalışmaları ile ulaşmıştı. Kendisini de burada rahmet ile anmak isterim, çünkü Hakkari civarında yaptığı lepra çalışması sırasında geçirdiği trafik kazasında vefat etmiştir. Türkan Hoca, Sağlık Bakanlığı ve yurtdışındaki lepra hastalığı için çalışan gönüllü kuruluşların işbirliği ile Lepra Hastalığının ülkemizde ne durumda olduğunu ortaya koyacak bir çalışma başlattı. O yıllarda Van ilinde kayıtlı 700 hasta vardı, bu nedenle ilk çalışma 1984 yılında Van ilinin Bahçesaray Nahiyesi'nde başladı. Tıp öğrencileri, cildiye ve halk sağlığı uzmanları, hemşirelerden oluşan ekip, iki hafta boyunca Bahçesaray Sağlık Ocağı'nda kalarak köy köy mezra mezra dolaştı, o tarihte orada bulunan herkes lepra hastalığı açısından tek tek değerlendirildi, yaklaşık 7000 kişi muayene olmuştu. Yeni vakalar bulundu, tedavi için İstanbul Lepra Hastanesi'ne çağrıldı.Aynı çalışma birkaç ay sonra Çaldıran ilçesi'nde de gerçekleşti. Yeni tanılar bulundu, tedavi başladı. Her iki çalışmada bulunan yeni vakalar, önceden bilinen bir başka hastanın yakını idiler. Bu nedenle, çalışmanın şekli değiştirildi, herkesi tek tek muayene etmek yerine, bilinen hastaların evine gitmek, aile bireylerini muayene etmeye karar verildi. O yıllarda Dünya Sağlık Örgütü tedaviye yeni ilaçlar eklemiş, bu ilaçlarla tedavi süresi çok kısalmıştı. Ben de bu çalışmaların içinde hep yer aldım. Böylece hem önceki hem de yeni bulunan hastalara bu tedavi programı başlatıldı. Diğer bir öneri ise tedavi başladıktan sonra, hastanın aile bireylerinin beş yıl boyunca yılda bir kez lepra hastalığı açısından muayene etmek idi. Bunu da gerçekleştirdik. Böyle olunca Van ilinde köy köy, mezra mezra dolaşmaktan neredeyse ayağımı basmadık toprak kalmamıştı. Her yıl Nisan ayında çalışmaya başlar, kış gelene kadar her ayın bir haftası Van'da geçerdi. İstanbul'un dışını bilmeyen ben, bu sayede güzel ülkemizin güzel illerini tanıdım, Van bizim ilk göz ağrımız idi, pırıl pırıl parlayan güneşi, sıcakkanlı ve misafirperver insanları, kültürü, tarihi ve doğal güzellikleri ile yüreğimizde yer etti. Yıllarca süren çalışmalar ile lepra hastaları tedavi edildi, böylece yeni vakaların ortaya çıkması engellendi, hastaların çocukları okutuldu, ekonomik koşulları iyileştirildi, sağlıkçılar başta olmak üzere tüm toplum Lepra hastalığı hakkında doğru bilgilerle donatıldı. Yıllar içinde de gereksiz korku ve endişeler ortadan kalktı. Uzun süren bir hastalıkla hem tıbbi hem de sosyal yönden ilgilenince sonuçlar yüz güldürücü oluyor. Sevgili Türkan Hocam'ın yararlandığı bir örneği yoktu, yaptıklarını empati kurarak, deneyimlerini katarak, kamu ve sivil toplumun desteğini alarak hayata geçiriyordu. Hastalarımızı ziyaret ettiğimiz her seferde öncekine göre daha iyi bir sağlık durumu ve ekonomik koşullar görüyorduk, bu da bizi çok mutlu ediyordu. Yıllar içinde onlarla aile gibi olmuştuk, sevinçlerini, üzüntülerini paylaşıyorduk. Zaman zaman evliliklerine, çocuklarına, hatta torunlarına tanık oluyor, mutluluk yaşıyorduk. O günlerde Vanlı bir kızımız İstanbul Lepra Hastanesi'nde tedavi görürken, başka bir hastaya aşık olmuş, birlikte evlilik kararı almışlardı. Durumu babasına söylemek te bana düşmüştü. Telefon edip durumu paylaşınca bana "o bizim olduğu kadar sizin de kızınız Türkan Hocam uygun görüyorsa verdim gitti" demişti. Bunun üzerine Türkan Hoca'nın hastaneye bir çeyiz sandığı getirdiğini tüm çalışanlar ve ziyaretine gelenlerle o sandığı doldurduğumuzu hatırlıyorum. Telli duvaklı düğün yapmış, evlerini kurmuştuk. Eşini başka bir hastalıktan kaybetmiş olsa da, Türkan Hoca'mızın verdiği güç ve destekle çocuklarını büyüttü, okuttu. Bugün meslek sahibi olan ve halen üniversitede eğitimine devam eden çocukları ile mutlu mesut yaşıyor. Bunun gibi hikayeler çok fazla.

2001 yılında, gönüllü olarak Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı'na öğretim üyesi olarak geldim. Eğer öncesinde Van ve Vanlıları tanımamış olsa idim bu kadar kolay karar veremezdim. Geldiğim günden itibaren Van ilinde yaşayan, yaşları ilerlemiş, torun torba sahibi olmuş, iyileşmiş artık Lepradan Etkilenmiş Kişi olarak anılan eski hastalarımla hep buluştum, özellikle sağlık sorunlarında rehberlik yaptım, yol gösterdim. Halk Sağlığı Uzmanlık Öğrencime, "Van'da Yaşayan Lepradan Etkilenmiş Kişilerin Tıbbı ve Sosyo-Ekonomik Durumlarının Değerlendirilmesi" başlıklı tez konusu verdim. Bir yıl boyunca, o günlerde yaşayan 160 kişinin evine gittik, kendisini ve çoluk çocuğunu muayene ettik, gereksinimlerini belirledik, çözümler ürettik. Yıllar sonra beni karşılarında görünce adeta sevinç çığlıkları attılar. Her biri ilk söz olarak Türkan Hoca'mızdan bahsetti. "O bizim anamızdı, kendi ailemizden görmediğimiz sevgiyi ondan gördük" dediler. Neredeyse İran sınırında bir köyde bile, yaşlılar Türkan Hoca'yı tanıyor, "Köyümüzde falanca hastaya defalarca geldi, onu iyileştirdi" ya da "Köyümüzde Kız Çocuklarını Okuttu" diye açıklamalar yaptılar. Çocukları olmamış bir yaşlı hastamız ve eşi bir köyde yaşıyorlardı, evlerine gittiğimde kendisi Kuranı Kerim okuyordu, bitmesini bekledik. Beni görünce başladı ağlamaya, "Ben de tam Türkan Anne'me hatim indiriyordum" dedi. Evine gittiğimiz herkes onu unutmuyor, minnet ile anıyor, arkasından hep dua ediyordu. Yine iki gün önce beni fakültede ziyaret eden bir başkası onu anıyor, oturduğum evi Türkan Hoca yaptı, o olmasa idi ben ne yapardım, şimdi onun yerine sizleri koydum" dedi.

Yıllar süren bilimsel, akılcı, heyecanlı ve yürekten yapılan çalışmalarla Lepra Hastalığı Türkiye için önemli bir sağlık sorunu olmaktan çıkartıldı. Ne yazık ki, 2009 yılında Türkan Hoca'mızı kaybettik. Bizler ondan çok şey öğrenmiştik. Onun bıraktığı yerden biz devam etmeli idik. Bu yıl kırk yaşında olacak olan Cüzzamla Savaş Derneği, benim başkanlığımda, gönüllü birçok kişinin emeği ile yoluna devam ediyor. Yaşayan Lepradan Etkilenmiş Kişilerin sağlık, sosyal ve ekonomik sorunlarına çözümler üretiyor. Yine çocuklara, torunlara eğitim bursları sağlanıyor, ekonomik koşulları yetersiz olduğunda destekler üretiliyor, Van Depreminde evi yıkılanlara ev yapılıyor, döşeniyor, önceki yıllarda SSK primi ödemiş, birkaç yıl daha öderse emekli olabileceklere prim ödeme desteği veriliyor. Bu çalışmaları yapan bizler de aldığımız geri bildirimlerle para ile satın alamayacağımız mutluluklar yaşıyoruz. Örneğin, yıllarca emekli primini ödediğimiz bir hasta bir gün telefon ediyor "Ben artık emekli oldum, primlerimi ödemeyin benim yerime başkasına ödemeye başlayın" diyor. Bundan güzel ne olabilir.

Sevgili Türkan Hocam, gözün arkada kalmasın, bizler sizden öğrendiklerimizle yolumuza devam ediyoruz, edeceğiz de.

Yazarın Diğer Yazıları